Onur Akkoca

Hakkında
Branş
Psikolojik Danışmanlık, Psikoterapi
Unvan
Uzman Psikolojik Danışman, EMDR Terapisi Uygulayıcısı, Etki Danışmanlık Merkezi Kurucusu
Çalıştığı Kurum
Etki Danışmanlık Merkezi
Şehir
İzmir

OnurAkkoca-EgitimciRoportajiOnur Akkoca: “Anne ile bebek arasındaki bağlanmanın şekli tüm hayatı etkiliyor”

 

İzmir’in Alsancak semtindeki Etki Danışmanlık Merkezi’nde, merkezin kurucusu Onur Akkoca ile buluştuk. Özellikle bağlanma alanında çalışan ve aynı zamanda EMDR terapisti olan Onur Akkoca ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Onur Hanım’ın özellikle bağlanma ve EMDR terapisi ile ilgili anlattıklarından çok etkilendik. Çok ilginç konulardan bahsettiğimiz röportajımızda sadece ebeveynleri ve eğitimcileri değil, herkesi ilgilendiren konuları konuştuk…

 

Merhaba Onur Hanım, bize kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Adım Onur Akkoca, Dokuz Eylül Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık Bölümü’nden 1993’te mezun oldum. Oranın ilk mezunlarındanım, yani bu alanda İzmir’in en eski çalışanlarından biriyim ve birçok şeyin ilkini yaşamış oldum. Daha sonra Ege Üniversitesi’nde Gelişim Psikolojisi alanında yüksek lisans yaptım. Uzun yıllar özel okullarda danışmanlık ve koordinatörlük görevlerini sürdürdüm. Birinci sınıftan aldığım çocukları on ikinci sınıfa kadar getirerek hangi aşamalardan geçtiklerini yakından gözlemleme şansım oldu.

Üniversitedeki eğitimin tüm konuları kapsadığını düşünenler oluyor ancak ben yaklaşık otuz yıldır bu mesleğin içindeki biri olarak söyleyebilirim ki; öğrendiklerimiz okyanustaki birkaç damla kadar, hala öğrenilecek çok şey var. Her yeni eğitime gittiğimde daha ne kadar çok şey öğrenmem gerektiğini anlayıp daha da çok eğitimlere ve kitaplara sarılıyorum. Mezuniyetimin devamında terapi eğitimlerine başladım. Birçok farklı kurama göre farklı terapi eğitimleri aldım çünkü eklektik yaklaşıma inanıyorum. O nedenle Gestalt Terapisi, Bilişsel Davranışçı Terapi, Transaksiyonel Analiz , Kısa Süreli Çözüm Odaklı Terapi, oyun terapisi, mindfulness  gibi alanlarda eğitimlerimi tamamladım. 450 saatlik sertifikasyonlu Aile Danışmanlığı eğitimi aldım. Hatta şu anda bu eğitimin eğiticisiyim, bu alanda eğitimler de veriyorum alanda çalışmak isteyenlere.  Daha sonra hayatıma bambaşka bir perde açan EMDR terapisi eğitimleri başladı.

 

Uzman Psikolojik Danışman OnurAkkoca-Etki Danışmanlık-EgitimciRoportajiEtki Danışmanlık Merkezi’ni açma sürecinizden bahseder misiniz?

Çağımız hızla değişim içindeyken, bu değişime ayak uydurabilmek de zorlaşıyor. Bireyler bir yol göstericiye ihtiyaç duyuyor. Bu doğru adres kimi zaman ailemiz, kimi zaman bir dost, kimi zaman da kurtulması zor alışkanlıklar olabilmekte. Sonuç olarak zorlaşan yaşamlar, kendi hayatımızı, çocuklarımızın hayatını ve dolayısıyla tüm toplumsal hayatı etkileyebilecek kadar ağır bedeller ödetebiliyor. 2010 yılında Etki Danışmanlık Merkezi’ni bir yol gösterici olarak, bireylere ve ailelere doğru adres olabilmeyi hedefleyerek kurdum. Merkezimiz, hayat yolculuğunun her aşamasında danışanlarımıza destek vermek amacıyla çalışmakta. Ben de çalışmalarımı çocuklara, gençlere, yetişkinlere, ailelere, çiftlere ve kurumlara yönelik olarak sürdürmekteyim.

Etki Danışmanlık Merkezi’nin ismi aslında “kelebek etkisi”nden geliyor. Ufacık bir dokunuş hayatta büyük bir etki yaratabiliyor. Ben de danışanlarıma benimle tanıştıktan sonra küçük kelebek etkilerini hayatlarına yansıtıp devamında mutlu, daha rahat ve daha uyumlu bir yaşama geçmelerini hedefledim. Etki Danışmanlık Merkezi’nde ilk zamanlarda tek başıma çalışıyordum ama şu anda farklı alanlardan arkadaşlarım da var, birlikte çalışıyoruz.

 

OnurAkkoca-EgitimciRoportaji-Gamze ErAğırlıklı olarak hangi yaş gruplarıyla, hangi alanlarda çalışıyorsunuz?

Mesleğe ilk başladığım yıllarda sadece çocuk ve ergenler ile ve tabii aile danışmanlığı desteğiyle birlikte çalışıyordum. Ancak çocuklar ile çalışmak yeterli olmadı. Çünkü ebeveynler ile de mutlaka onların bireysel sorunlarıyla çalışılması gerekliliği,  benim yetişkinlerle de çalışmama neden oldu. Özellikle bağlanma çalışmasından sonra ve yurtdışından yoğun eğitimler aldıktan sonra, bağlanmanın doğumdan ölüme kadar geçen bir süreç olduğu ve her yaş grubuyla çalışmak gerektiği benim için net bir şekilde ortaya çıktı. Yetişkinlerle çalışma serüvenim bana gelen çocukların anne-babalarıyla başladı. Şu anda danışanlarımın oldukça büyük bir kısmı yetişkinler. Aile Danışmanlığı, bağlanma, EMDR derken anne karnından başlayıp ölüme kadar devam eden süreçteki her yaş grubuyla devam ediyorum.

Bireysel ve grup terapi çalışmalarımın yanı sıra, kurumlara yönelik eğitimler ve seminerler, kurumlara yönelik danışmanlık,  şeklinde devam ediyor. Aynı zamanda alandaki arkadaşlarıma profesyonellere yönelik eğitimler, süpervizyon çalışmaları yapıyorum. Amerika’dan Prof. Brian Canfield’dan aldığım eğitimin bize kattıklarını unutamam. Onun hem aile danışmanlığı alanında, hem de süpervizyon dalında çok önemli katkıları oldu.

 

Uzman Psikolojik Danışman ve EMDR Terapisti Onur Akkoca-EgitimciRoportaji.comBu kadar çok eğitim aldıktan sonra hala araştırmaya, öğrenmeye, eğitimler almaya devam ediyorsunuz…

Çünkü en büyük şansımı mesleğim olarak düşünüyorum. Mesleğimi isteyerek seçtim, severek okudum, dereceyle bitirdim ve devamında hep severek yaptım. Hep istediğim kurumlarda, istediğim şekillerde çalıştım. Şu anda da hayallerimi gerçekleştiriyorum. İnsanlara yardım etmek için çaba sarf ederken hiç yorulmuyorum çünkü işimi çok seviyorum. Bu da danışanlarıma yansıyor. Çok güzel bir elektrikle ayrılıyorlar buradan. İnsanlar bazen yıllar sonra bana gelerek söylediğim bir söz ya da bir yönlendirmemle ilgili yaşadıkları olumlu, somut sonuçları söylediklerinde çok mutlu oluyorum.

 

Üniversite’de de eğitim verdiniz, öyle değil mi?

Evet, bir ara üniversitede ders verdim. 9 Eylül üniversitesi Okul Öncesi Öğretmenliği bölümünde, Çocuk Ruh Sağlığı dersi vermemi istediler. Yoğun çalışmamın içinde benim için yorucuydu ama çok keyif aldım. Genelde üniversitede kuram dersleri anlatılır ama ben onlara tamamen uygulama anlattım. Öğrencilerden bununla ilgili olumlu yorumları duymak çok güzeldi. Yoğunluğumdan dolayı üniversitedeki derslere devam edemedim. Hala o zamanlarla ilgili minik geri dönüşler, mesajlar alıyorum, bunlar da oyuncak almış bir çocuğun sevinci gibi benim küçük sevinçlerim oluyor.

 

Onur Akkoca-EgitimciRoportajiBağlanma ve EMDR terapisi alanlarında çalıştığınızı söylemiştiniz. Biraz anlatabilir misiniz?

Bağlanma, 1950’li yıllarda John Bowlby’nin ortaya koyduğu bir kuram. Özellikle ikinci dünya savaşında kurum bakımında olan çocuklardaki eksiklikler ile ortaya çıkıyor.  Bağlanma; çocuğun başkalarıyla yani ebeveyn ya da bakım verenlerle anlamlı duygusal ilişkiler kurabilme yetisi anlamına geliyor. Yani bakım verenin çocuğu avutması, sakinleştirmesi, destek sağlama gibi ihtiyaçlarına zamanında karşılık vermesi ve çocuğun özerk gelişimi için gerekli olan güven ve desteği sağlaması. Bağlanma aslında bebeğin anne karnında daha yumurta ve spermin birleşmesiyle başlıyor. İlk çevremiz, anne karnıdır. Anne karnında çocuk, anne ne yaşıyorsa o duyguları yaşıyor. Mutlu ve keyifli bir hamilelik yaşadıysa mutluluk ile ilgili beyin bölgeleri uyarılıyor. Değilse stres hormonlarıyla beyin uyarılıyor. Dolayısıyla ilk bakılan yer anne karnı. Her şey orada oluşmaya başlıyor. Aslında dünyaya geliş de bir travmadır. O sıcacık ve korunaklı bir ortamdan dünyaya gelme ile birlikte diğer kişilerle iletişimimiz başlıyor. Bedenin bir hafızası var. Biz orada ne yaşıyorsak, her şey bizim bedenimizde kalıyor. Bebek dünya ile ilgili ve kendi ile ilgili bir şey bilmiyor. Ben değerli miyim, yeterli miyim, önemli miyim, ben güvenebilir miyim? Bunlarla ilgili bir fikre sahip değil. Biz ona nasıl bakım veriyorsak, ona nasıl bir dış çevre oluşturuyorsak, o fikir üzerinden devam ediyor. Bebeğin her ihtiyacını anında karşıladığımızda bebek değerli olduğunu anlıyor. “Değerliysem, o zaman dış dünyadakiler de ağladığımda bana yardım ediyorsa, güvenebilirim” inancı gelişiyor. Değerli olmak ve dış dünyanın güvenilir olduğunu anlamak; bundan daha güçlü hayata başlanabilir mi? Daha sonra hareketler, yeterlilikler dönemi başlıyor ve “yeterliyim” inancı başlıyor. Çocuk aslında sürekli soru soruyor ve sorduğu her soruya sağlıklı yanıtlar alıyorsa hiçbir savunmaya ihtiyaç duymadan kendini büyümeye annesinin babasının eline teslim ediyor. Ancak bu sorularda yeterli yanıtlar alınamadığı zaman sorun ortaya çıkıyor. Bebeğin her ağladığında yanıt alamaması, her ihtiyacının zamanında karşılanamaması ya da karşılansa da istediği şekilde karşılanmaması durumunda sorunlar ortaya çıkıyor. Bunda da anne duyarlılığı dediğimiz şey devreye giriyor; çocuğun verdiği sinyali anlama, anlamlandırma, yorumlama ve uygun zamanda uygun şekilde tepki verme. Bunu yapabilmek için de annenin ruh sağlığının, beden sağlığının yerinde olması gerekiyor. Eğer annenin depresyon, anksiyete veya farklı sorunları varsa, çocuğun istediği yanıtı veremiyor. O zaman çocuk kendi kendine regüle etmeye çalışıyor. Bu sağlıklı bir regülasyon olamıyor. Anneyle kurduğu her temasta annenin duyguları kendi bedenine geçiyor.

 

Yani annenin durumu bebeği etkiliyor, bebeğin içine düştüğü durum da anneyi etkiliyor. Burada iki tarafı da etkileyen ciddi bir sıkıntı oluyor, değil mi?

Elbette. Mesela kolik bebeklerin nedeni bilinmiyor gibi bir düşünce var; aslında sebebi var; bebeğin anne ile kurduğu ilişkide yaşadığı olumsuzlar onun regüle olamamasına sebep oluyor. Tabii hiçbir anne bilerek ve isteyerek bunu yapmaz. Ayrıca sağlıklı ve güvenli bağlanma olduğu zaman çocuk hep mutlu ve keyifli olacak anlamına gelmiyor. Dönem özelliklerine göre birçok sorun yaşayabilir. 0-18 ay arasında her istediği yapılıyor, ağlatılmıyor, yaşam ona göre ayarlanıyor. Ondan sonraki güvenli bağlanma dediğimiz kısımda yapışmalar bitiyor, ayrışmalar başlıyor. Her yaşın kendine özgü özelliği vardır. 2-2,5 yaş aralığında inatlaşır, bu inatlaşma anneden kopma çabasıdır. Anne babalar inatlaşan çocukları varsa, kendilerini kutlamalılar, bu durum çok sağlıklı bir ortam sağladıkları anlamına gelir. 3-4 yaş yeterlilik dönemidir. Bu dönemde çocuk yeterli olduğunu bilmek istediği için dokunabilir, meraklı sorular sorabilir. Buralarda ayrımlaşma yaşanır.

Bizim Türkiye’de en büyük sorunumuz yapışmayı sağlamamız, ama ayrımlaşmayı sağlayamıyoruz. Yemeğini kendin ye, kıyafetini kendin giy demiyoruz. Bunlara izin vermediğimiz zaman çocuk annesi olmasa tek başına hiçbir şey yapamayacağını sanıyor. Yapışan, sürekli isteklerini ağlayarak ifade eden çocuklar ortaya çıkıyor.

5 yaşına geldiği zaman güç dönemi geliyor. Çocuk kendi gücünü denemek, göstermek istiyor. 6-6,5 yaşında artık iç denetimin sağlandığı bir dönem geliyor, aynı zamanda okula hazırlık dönemi. 7-11 yaş ise ilkokul dönemi; başarma ve onay alma dönemi. Ergenlik ise bir özerklik dönemi; “ben kimim?” sorusu ortaya çıkıyor. Yetişkinlik dönemi; işin, eşin, hayatın düzene konduğu, üretimin başladığı dönem. Ellili yaşlar ise rehberlik dönemi. Bunlar gibi her dönemin adeta görevleri var. Bunlar sağlıklı sürdürüldüğünde hayat çok güzel.

Bir çocuğun 5 yaşında güç mücadelesine girmesi, inatlaşması bir sorun, bir bozukluk değil. Ergenin annesiyle babasıyla çatışmaya girmesi sorun değil. Ancak bunların boyutları önemli. Bu boyutlar gelişim dönemi çerçevesi içinde gidiyorsa ve anne-baba buna ihtiyaçları karşılayacak şekilde cevap veriyorsa, burada bir sorun yok. Bizim müdahale etmek zorunda olduğumuz kısımlar, bu gelişim alanlarına izin verilmediği, bağlanma ihtiyaçlarının karşılanmadığı durumlar.

 

Onur Akkoca-Eğitimci RöportajıBu konuda anne-babalara önerileriniz nelerdir? En çok nelere dikkat etmeliler?

Aslında en önemli şey, çocuğun ihtiyacını anlamaktır. Çocuğun duygularını yaşamasına ve ifade edebilmesine izin vermek çok önemli. Eğer bir insanın duygularını yaşamasına izin vermiyorsanız ve o duyguyu anladığınızın geri bildirimini ona vermiyorsanız, sorunlar ortaya çıkıyor ve biz devreye girmek zorunda kalıyoruz.

Duygular limbik sistemden üretilir. Üretildiği anda tetik basıldığı anda o duygu çıkmıştır; öfke, korku, üzüntü, vs. Ortaya çıktıktan sonra “böyle hissetme” derseniz bunun hiçbir anlamı yok. Eğer ben öfkemi yaşamaya izin alamıyorsam, o zaman üzüntü ile, korkularla, fobilerle, anksiyete ile, takıntılarla öfkemi yaşamaya başlıyorum. Çocuğumuza yapabileceğimiz en büyük yardım, onun duygusunu yaşamasına izin vermek ve onu anladığımızla ilgili geri bildirim vermek. Üzerini örttüğümüz her duygu bir süre sonra bize anksiyete bozukluğu, fobiler, performans anksiyetesi, ders çalışmaya isteksizlik, işi yönetememe, eşle ilişkiyi sürdürememe gibi çeşitli şekillerde karşımıza çıkabiliyor. Her şeyin temeli bağlanma. Küçük çocuklar açısından bakarsak örneğin hırçınlık nöbetleri, kakayı tutma gibi konularda geriye dönüp bakacağımız başka şeyler var.

 

Bağlanma konusunu biraz daha açabilir misiniz?

Bağlanmanın güvenli bağlanma, güvensiz bağlanma, kaygılı bağlanma, kaçıngan bağlanma, dezorganize bağlanma gibi türleri vardır. Örneğin kaygılı bağlanmada annenin kaygısı çocuğa geçiyor. Bakıyorsunuz geceleri uyuyamayan, ders çalışamayan, daha da ileride eş seçemeyen ya da eşinden sürekli beklenti halinde olan insanları görüyoruz. Kaçıngan bağlanmada annenin ağladığı zaman çocuğun ihtiyaçlarını karşılamaması söz konusu. Anne gelmeyince çocuk içe dönüyor, kendine “dünyadan bir şey bekleme” diyor. O zaman herkesten uzaklaşmış, evlenmeyi tercih etmeyen, evlense bile bir arada yaşamayan, insan ilişkisi kurmayıp bir makineye yapışık yaşayan kişiler olabiliyorlar. Anneyle kurulan o ilişki bizim bütün hayatımızı etkiliyor. Çünkü biz önce annemizle ilişki kurmayı öğreniyoruz. Ergenlikte arkadaşlara dönüyor bu iş, sonra partnerimize. İş orada düğümleniyor. Bizim partnerimizden olan beklentimiz annemizden olan beklentimiz doğrultusunda olduğuna sıkıntı çıkabiliyor. Anne, sadece verendir, bebek alıcıdır. Ancak yetişkin bağlanmasına geçtiğimiz zaman, her şey karşılıklıdır. Kişiler birbirlerini sırayla regüle ederler. Anneden alınan ko-regülasyon, eşten alınan self regülasyondur.  Ben eşimden güven istiyorum, beni güvende hissettirmesini istiyorum, ancak bu karşılıklı. Ben de onu güvende hissettirmeliyim. Bu karşılıklılık durumu bozulduğu zaman eşler arasındaki ilişki bozuluyor. Yani çocukluktaki basamakların yetişkinlik ile doğrudan bağlantısı var. O nedenle şimdi yetişkinle çalışan terapistler çocukluk dönemini de öğrenmeye başladılar.

Özetle, güvenli bağlanmada, birey kötü olay karşısında;  dayanabileceğini, baş edebileceğini, zamanla geçeceğini öğrenmiş olur. Güvensiz bağlanmada ise, kötü hissetmeyi, tehlike alarmı saymayı ve kötü histen kaçınmayı ya da bastırmayı öğrenirler.

 

OnurAkkoca-EgitimciRoportajiDiğer kullandığınız yöntemlerden ve EMDR’dan bahseder misiniz?

Ben eklektik çalışıyorum. Aldığım çeşitli eğitimleri bir arada kullanıyorum. Konuşma terapileri ve EMDR terapisi kullanıyorum. Çocuklarla oyun terapisi, theraplay terapisi kullanıyorum. EMDR çok bilinen bir yöntem değil, ancak çok etkili. EMDR anılarla, yani beyindeki kayıtlarla çalışılan bir terapi yöntemi. Türkçe açılımı “göz hareketleri ile duyarsızlaştırma ve yeniden işlenme” şeklinde. Çok basit olarak şöyle anlatabilir; gün boyu ne yaşıyorsak beynimizde bir yere toplanıyor ve gece uykuya geçtiğimiz zaman beyin sol ve sağ loba işlemleme yapıyor. Buna RAM uykusunda karar veriyor. Bunu kullanabilirim diyor, uzun süreli hafızaya işliyor. Şunu kullanmam diyor, siliyor. Biz dingin bir şekilde uyanıyoruz. Ancak bazı yaşanmışlıklar var ki bunlar başka türlü etkiliyor. Örneğin bebeğin sert bir gürültüye maruz kalması, çocuğun öğretmeninin kızıp kaş çatması, bir kazaya maruz kalmak gibi aklınıza gelebilecek olumsuz olarak algılanan her türlü anı olabilir. Yolu tıkayan bir taş gibi düşünün, beyin bunu yerinden oynatamıyor. Ne sağ, ne sol loba koyamıyor ve orada kalıyor. Ama orası kayıt yeri değil. Orada kalmasıyla beyin ona tahammül edemiyor, o nedenle üstünü örtüyor. Onu bastırmaya, yok saymaya başlıyor. O taş oradan dışarı kendini belli etmeye çalışıyor ama beyin onu tutma çabasında örtmeye çalışıyor, kapanan bir kapsül gibi en ufak bir tetikleyici ile ortaya çıkıveriyor.  O noktada da öfke nöbeti, takıntılar, anksiyete, depresyon gibi şeyler görüyoruz.

EMDR terapisinde beynin çalışma sistemini terapi ortamına aktarıyoruz. Koca bir taş olarak yolu tıkayan kayıt her ne ise, biz onu buluyoruz kendi tekniklerimizle. Onu kısa süreli hafızaya getiriyoruz. Sağ ve sol loba uyarım veriyoruz. Örneğin dizlere temas ederek, göz hareketleriyle yaparak, elimizi takip ettirerek veya sadece titreşim veren cihazımızı kullanarak uyarım veriyoruz. Aslında cihazı kullanmanın çubukla dizinize dokunmamızdan bir farklı yok. Sağ ve sol lobu uyarıp beyne bunu işlemle diyoruz sadece. Örnek vermek gerekirse;  okulda öğretmeniniz sizi sözlüye kaldırdı, soruyu bilemediniz, size “otur, aptal” dedi, tokat attı. Siz oturduğunuz anda beyninizin bunu bir kapsülün içine hapsettiğini düşünün. Bunu hapsederken o sıradaki duygunuz; korku, kaygı, utanç ve bedendeki yansıması yani yüz kızarması, başınızdan aşağı kaynar suların dökülmesi… İnanç; “ben beceriksizin tekiyim”.  Bu kapsül kapanıyor, o koca taş dediğim şey daha sonra sizin ne zaman performans sergilemeniz gerekiyorsa karşınıza çıkıyor. Ne zaman topluluk önünde konuşma yapacaksınız, o kapsül açılıyor ve o duygular geliyor. Biriyle konuşmaya gittiğinizde bile kalbiniz çarpıyor, beceremeyeceğim duygusu yaşıyorsunuz, yüzünüz kızarıyor. Olay, bu kapsülün her tetikleyici ile açılmasından ve o günü tekrar yaşamasından kaynaklanıyor. Biz o olayı buluyoruz. Sağ ve sol loba uyarım vererek işlemlenmesini sağladığımız zaman o anıyı artık göremez hale geliyorsunuz. Anı flulaşıyor. Böylece o anı uzun süreli hafızaya gittiğinde, o yolu tıkayan taş ve yol açtığı duygular ortadan kalkmış oluyor. Bir rahatlama yaşıyorsunuz.

Bir de örtülü dönem dediğimiz anılar var; anne karnındaki ve 0-3 yaş anılar. Anne karnındaki süreci, doğumu yaşanan tüm travmaları EMDR terapisi ile yeniden yaşatarak işlemliyoruz. EMDR terapisinde her ne sorununuz varsa ona uygun bir protokol var. Mesela; fibromiyaljide  ağrı nereden geliyor? Bunlar bedenin hafızasından geliyor. Biz oradaki sıkışmaları bulduğumuz an ağrı bitiyor. Uluslararası bir çalışmamız var; EMDR ile fibromiyalji, migren gibi rahatsızlıkları bitirebildiğimizi ıspatladık. Hemen her türlü hastalığın temeli psikolojik kaynaklıdır. Çünkü beynin yanlış uyarıyı bedene yanlış bir şekilde göndermesi söz konusudur.

 

Genç meslektaşlarınıza, genç öğretmenlere, üniversitede okuyanlara önerileriniz var mı?

Üniversitedeki kuram derslerinin çok önemli, bunları çok iyi öğrensinler. Tek bir eğitime bağlı kalmasınlar. Çok sevdiğim bir söz var; “Oldum demek öldüm demektir.” Hiçbir zaman “öğrendim” diye düşünmememiz gerekiyor. Çünkü her insan biriciktir. O nedenle çok farklı alanlarda çok farklı eğitimler almalarını öneriyorum. Bundan da önemlisi, kendileriyle çalışmalarını öneriyorum. Çünkü bizim kendi ruh sağlığımız yerinde olmazsa, insanlara yardım edemeyiz.

Öğretmenlere, eğitimcilere önerim; öğrencilerinin dönem özelliklerini öğrenmeleri. Onu öğrendiklerinde zaten bazı şeylerin beklenen durumlar olup olmadığını kolaylıkla anlayacaklar. Özellikle okul öncesi döneminde bir ayın bile önemi varken, dönem özelliklerini satır satır bilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Her alanda okumalarını öneriyorum. Kendilerini ne kadar geliştirirlerse çocuklara o kadar faydalı olabileceklerine inanıyorum.

Öğretmen, psikolojik danışman, psikolog, anne, baba, fark etmez; herkesin önce kendi sorunlarından arınması lazım ki karşılarındaki kişiyi açık bir gözle görsünler, ona yardım edebilsinler. Kendi sorunlarımızdan, travmalarımızdan arınalım, ondan sonra gerisi kolay. Kitap okudum işe yaramadı denmesinin sebebi aslında bu. Biz duygusal kapalı gözlerle okuyoruz. O farkındalıklarımız oluştuktan, o gözlerimiz açıldıktan sonra her kitap bize bu anlattıklarımızı anlatıyor aslında…

 

Onur Akkoca-Gamze Er- EgitimciRoportajiRöportaj ve fotoğraflar: Gamze Er

Sponsor

Etki Danışmanlık Merkezi
EtkiDanışmanlıkMerkezi-logo