Kayhan Karlı Sohbeti

Kayhan Karlı ile “Robotlar Çağında Ebeveyn Olmak” konusunda sohbet ettik…

 

Kayhan Karlı Instagram Eğitimci RöportajıKayhan Karlı ile 5 Aralık 2018 tarihinde, Instagram’daki @egitimciroportaji hesabımızda “Robotlar Çağında Ebeveyn Olmak” başlığı altında bir canlı yayın gerçekleştirdik. Bu canlı yayınımıza o kadar çok olumlu tepki aldık, tekrarı için o kadar çok istek aldık ki, bu sohbeti metne dönüştürerek web sitemizden de sizlerle paylaşmaya karar verdik. Kayhan Karlı ile web sitemiz için daha önce yaptığımız röportaja şu linkten ulaşabilirsiniz: www.egitimciroportaji.com/kayhan-karli   Umarız  canlı yayın sohbetimizi de keyifle okursunuz…

 

 

Merhaba Kayhan hocam. Öncelikle canlı yayın teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Siz Yenilikçi Öğrenme Merkezi’ni, YÖM Okullarını kurdunuz, BOYEP programını başlattınız. STK’larda önemli işler yaptınız, liderlik alanında uzmanlığınız var, bir kitabınız var. En son 1Yer Anaokulları’nı kurdunuz. Bu kadar çok unvanınız var. Sizin için hangileri daha ön planda?  Ya da kendinizi nasıl tanımlarsınız?

Aslında çok kısa; “öğrenme yoldaşı” demek yeter bence. Çünkü biliyorsun, daha önceki sohbetlerimizde de söyledim, ben hayatı bir öğrenme yolculuğu olarak tarif ediyorum. Bu öğrenme yolculuğu içerisinde de öğrenme yoldaşı olmayı tercih ediyorum. Diğer tüm unvanlar, bu yolculuğun içindeki duraklardan bazıları. Dolayısıyla biz bu yolculukta birlikte öğrenmeye devam ediyoruz.

 

Son zamanlarda neler yapıyorsunuz, iletmek istediğiniz gelişmeler var mı?

Kayhan Karlı-Gamze Er-Instagram1yer Anaokulları açısından bir hedefimiz var. Türkiye’de erken çocukluk eğitiminde özellikle okul öncesi sürecinin çok ciddi anlamda sıkıntılı bir alan olduğunu görüyoruz.  Araştırmalar bize bunu gösteriyor. Özellikle anatomik olarak çocukların gelişimi, beynin gelişimi ile ilgili son zamanlarda yapılan araştırmalardan görüyoruz ki aslında çocukların hayatındaki en önemli okul süreçlerinden bir tanesi, hatta belki en önemlisi 3-6 yaş arasındaki süreç. Yani okul öncesi olarak tarif ettiğimiz dönem. Ne yazık ki bu döneme baktığımız zaman ülkemizde pek çok ülkede olduğu gibi zorunlu eğitim kategorisinde olmayan bir kısım. Bu alanda okullaşma oranında ciddi bir sorunumuz var. Türkiye’de %39 civarında bir okullaşma var.

Daha çok çocuğumuzu özellikle 3-6 yaş döneminde okullaştırmak istiyoruz. Ve sadece okullaştırmakla kalmayıp, özellikle anaokulu diye tanımladığımız bu erken çocukluk okullarının daha fazla öğrenme ve gelişim sağlamasını istiyoruz. Anaokullarının özellikle üst bilişsel becerilerin geliştiği, davranış, tutum ve becerilerin oturduğu yerler haline gelerek, gündüz bakımevi/kreş modundan çıkması gerektiğini düşünüyoruz. O nedenle aslında 2014’ten bu yana yaptığımız BOYEP çalışmalarının bizim için en değerli taraflarından biri bu. Ülkenin her yerinde BOYEP benzeri beceri odaklı programlar uygulayan erken çocukluk eğitim kurumları yaratmayı hayal ediyoruz. Bugünlerde tam olarak yapmak istediğimiz işlerden bir tanesi, Türkiye’nin her yerinde daha çok erken çocukluk eğitimi verilmesini sağlamak. Bunun arkasında da tabii, ilkokulların buna benzer şekilde yeniden yapısal durumlarının göz önünde bulundurulması da var.  Sayın bakanın da 2023 eğitim vizyonu ve sonrası itibariyle çok ciddi mesajları var. Türkiye’de özellikle 10 yaşına kadar olan çocuklarının gelişim sürecine yeniden bakılması gerekiyor. Biz ne yazık ki ağırlıklı olarak yüksek öğretim ve orta öğretimi tartışırken aslında gelişimin %90’ının olduğu en önemli yaş dönemi olan anaokul ve ilkokul dönemini kaçırıyoruz. Türkiye’nin 2023 hedefi değil, aslında 2030’ları 2040’ları yakalayabilmesi için bugün okul öncesi eğitim ve erken çocukluk eğitimini yeniden değerlendirmesi gerekiyor. Biz 1yer Anaokulları’nı ve BOYEP’i biraz da böyle değerlendiriyoruz. Türkiye’nin her yerinde, bu ülkenin sevdalıları, bu ülkenin çocukları, çocuk odağı olan herkesin özellikle 10 yaşına kadar olan sürecine odaklanması gerekiyor.  Bu alanları daha çok gözden geçirmek, buralarda daha çok zaman geçirmek, buralara daha çok yatırım yapmak lazım. Sevgili Göknur Karlı’nın, eşimin çok güzel bir sözü var; “kendisi gibi bireyler olabilmesini sağlayabilecek olan eğitim ekosistemleri” tasarlamamız gerekiyor. O nedenle de bu aralar yoğunluğumuz anaokulları ve ilkokullar. Özellikle anaokulunda Türkiye’nin her yerinde çocuklar için iyi bir yer olsun diyoruz.

 

Başlığımızı Robotlar Çağında Ebeveyn Olmak olarak belirlemiştik. Nedir robotlar çağı, bu çağın bizden getirdikleri, götürdükleri ve özellikle ebeveynlere neler öneriyorsunuz? Kayhan Karlı’ya göre ebeveynlerin robotlar çağında nelere dikkat etmeleri gerekiyor?

Aslında 2012’de çıkan kitabımda en çok buna yer vermiştim;  eğitimcilere ve ebeveynlere ne düşer dijital çağda, bunu açıklamıştım. Son yıllarda özellikle üstünde durduğumuz bir alan. Bu arada instagram hesabımı takip edenler geçmiş postlara bakarlarsa orada önemli bir kitap da var. Avustralyalı akademisyen Kristy Goodwin’in “Dijital Dünyada Çocuk Büyütmek” adlı  çok keyifli bir kitabı var. İyi de bir çevirisi var. Özellikle hem eğitimcilerin hem ebeveynlerin okumasını öneririm, çok iyi bir kaynak. Örnek olaylar üzerinden gidiyor. Aslında kritik meselemiz şu: bugün okul öncesinde ve ilkokulda olan çocukların hayata atıldıkları dönem 2030, hatta 2035 ve sonrası. Bu çocukların yaşayacağı dünya, bugün bildiğimiz kuralların yani oyunun kurallarının bambaşka hale geleceği bir dünya. Yeni kurallarla oynanacak bu oyunun içerisinde bugün bizim alışkın olduğumuz kuralların bir anlamı olmayacak, esamesi okunmayacak.

Endüstri 4.0’u herkes büyük bir heyecanla anlatıyor. Endüstri 4.0 okulları çıkıyor ortaya. Ama Endüstri 4.0’ın bir taraftan da sosyolojik olarak topluma ne gibi yükler getireceği de tartışılıyor. Örneğin Endüstri 4.0’ın getirdiği en önemli durumlardan bir tanesi; kaba insan gücüne dayalı işlerin yok olacağını biliyoruz. Ciddi bir işsizlik söz konusu. Bir taraftan OECD raporu ve dünyadaki pek çok araştırma bize şunu gösteriyor: eğitimin boyu uzadıkça işsiz kalma ihtimaliniz azalıyor. Herkes şunu düşünebilir; bundan 20 yıl önce çevrenizde kaç tane yüksek lisans mezunu vardı? Doktora mezununu zar zor buluyordunuz. Bugün neredeyse sağınıza solunuza döndüğünüzde yüksek lisanslı var, her tarafta doktoralıları görebiliyorsunuz. Neden? 2019’u ekonomik kriz senesi olarak düşünüyoruz. Arka tarafta bu neyi getirecek? Şirketler önce insan kaynakları bütçesinden kısacak. Bunu kısarken de ilk olarak ne diyor? Dışarıda kolay bulabileceği insanları işten çıkaracaklar. Kısacası lisans mezunu, lise mezunu, kaba insan gücü ile iş yapan herkes işsiz. Zaten sizin işletmenizde iki tane doktoralı vardır ve onun yedeği yoktur. Onun işi garanti. Bu şöyle bir varsayımı da yanında getiriyor: eğitimin süresi ne kadar uzunsa, iş bulma ihtimalin ve işinde kalma ihtimalin artacak. Ancak 2025’te, 2040’larda da bu eğitimin ne anlam ifade edeceği belirsiz.

Özellikle Endüstri 4.0’da karanlık fabrikalardan söz ediyoruz. Üretimin tamamen insanların yaşadığı alanlardan çıkmasını ve başka alanlara gitmesinden söz ediyoruz. Bu da paralelinde bize neyi getirecek? O zaman yaşam alanları nereye gidecek? Yani insanlık tarihinin en büyük kırılımını yaşıyoruz. Yani yaklaşık 60 milyon yıllık insanlık tarihi boyunca insanlar hep üretimin olduğu yerde yaşamışlar. Avcı-toplayıcıyken avı bulduğu yerde yaşamış, tarım toplumuyken tarım yapabildiği topraklarda yaşamış, sanayi devrimiyle birlikte endüstrinin olduğu yere gitmiş. Türkiye’nin neden üçte ikisi Marmara bölgesinde? Çünkü üretim orada, sanayi orada. Eğitimlisi de eğitimsizi de orada yaşıyor. Ama yarın, bir 10 sene sonra, endüstri 4.0 kırılımında bu fabrikalar buralardan gitmeye başlayacak. Okyanus altında, çöllerde, dağların altındaki karanlık fabrikalarda, programlı makinalar dediğim robotların ürettiği ürünlerin yine insanların yaşadığı bölgelere makinalar tarafından taşındığı bir döneme gidiyoruz. Bugünkü geleneksel okul sistemi dediğimiz model, 19. yüzyılın okuludur. 19. yüzyılın okulu, aynı tipte aynı işi yapan bir sürü insan yetiştiriyor. Ama artık böyle bir şeye ihtiyacımız yok. Yani sadece makine mühendisi olması insanların işine yaramayacak. Orada yaratıcı, yenilikçi, sosyoloji bilen, antropoloji bilen, disiplinler üstü konuşabilen, tasarım odaklı düşünebilen, özetle sosyal duygusal anlamda zengin bireyler arıyorlar. Ben üniversitede öğrenciyken bankada müfettiş olmak için sınav yapıyorlardı. Sınavda bildiğiniz matematik, integral, türev soruyorlardı. Genel kültür adı altında Ege bölgesinde yetişen tarım ürünleri, coğrafya gibi şeyler soruyorlardı. Şimdi bugün kimseyi sırf bu alanlardan sorularla işe almıyorlar. Ne yapıyorlar? Örnek olay veriyorlar, risk alma becerisini, işbirlikçi çalışma becerisini, raporlama becerisini, takım çalışması içerisinde bireysel duygu yönetimini ölçüyorlar. Bunların hepsinin bugünkü okulda yeri yok ki. Hangisi bunları veriyor? Bunların hepsi, bugüne kadar okulda sadece yan kazanımlar ya da tali kazanımlar diye geçiyordu. Yani aslında tali yollar ana yol haline geldi, ana yolların da anlamı yitirildi. Dolayısıyla eğitimcilerin ve yetişkinlerin dönüp şunu düşünmesi lazım; bugün anaokuluna giden çocuğu sekiz-dokuz sene sonra LGS sınavı olacak diye oraya yerleştirmenin anlamı yok.

Çocuğun bir tek şeye ihtiyacı var; özyönetim becerisine. Ben bütün eğitimlerimde hep söylerim. Liderlik bir özyönetim sanatıdır. Çocuklarımızın özyönetim becerilerini geliştirmemiz lazım. Ayaklarının üstünde durarak ihtiyaç duyduğu şeyleri sahip olduğu kaynaklarla tasarlayarak kendi hayatını dizayn edebilen çocuklara ihtiyacımız var. Ve ne acıdır ki, Türkiye bugünkü siyaset, ideoloji vesaire çıkmazlarıyla kendi çocukları için bunu düşünmezse bundan 10 yıl içinde zor durumlara girecek. Ki şu anda başladı; örneğin Almanya Türkiye’den yeniden işçi almaya başladı. 1940’larda, 50’lerde aldığı işçilerin tamamı kaba iş gücüydü. Bugün Almanya kalifiye eleman alıyor. Kanada kalifiye eleman alıyor. Hatta kalifiye olmanın da ötesinde insanlar alıyor. Diyor ki; mühendis olsun ama “entrepreneurial spirit” (girişimcilik ruhu) olsun diyor. Mühendis olsun ama beraberinde medikal sektörüne ilgi duysun diyor, sosyoloji bilsin, toplumsal sorunlara bakış açısı olsun diyor. Ekoloji ile ilgili olsun diyor, sürdürülebilirlik konusunda bir fikri olsun diyor. Türkiye eğer kendi çocuklarının önümüzdeki yirmi yılını doğru planlamazsa -ki bugün planladığını düşünmüyorum- bu ideolojik sarmalın içinde üç-dört tane sınavın içinde debelenmeye devam ederse bu ülkenin çocukları yirmi sene sonra çok zor durumlarda olacaklar. Ben buna çok yürekten inanarak söylüyorum: 10 ile 20 yıl içerisinde atmosfer katmanının hemen üstünde, Star Trek’lerde gördüğümüz gibi 10-20 bin kişilik uzay kasabaları göreceğiz. Yani bir hafta önce Mars’a indirilmiş olan uydu aracının donmuş halde su bulduğu, yeni yaşam alanlarını bulduğumuz bir dönemdeyiz. Bugün teknolojiyi tarif eden, programlı makineyi tarif eden gelişmiş ülkelerin bundan bir on sene sonra atmosfer katmanının üstündeki kasabaları, Mars’taki kolonileri başlattığı zaman zannediyor musunuz ki dünya üzerinde kalacak olanlar kendi işlerini yapabilecekler? Tabii ki hayır. Yeni bir düzende siz nitelikli bir eğitimle düzenli kalkınma sağlayamazsanız eğer, sizin çocuklarını uzay kasabalarına gıda yetiştiren, onlar için buradaki temel işçiliği, kaba işgücünü halleden, android’lerle birlikte yaşam savaşı veren taraf olacaksınız. Bilim kurgu gibi gelse de, bunun çok özet tarifi bu.

Türkiye olağanüstü hal eğitim sistemi diye bir şeye geçmek zorunda. Tamamen yeni bakış açısıyla, 20-30 sene sonra dünyanın potansiyel yapısını göz önünde bulunduran bir sistem gerekiyor. Yani bugün 3D yazıcılarla ev basıyoruz. Drone’lar vasıtasıyla toplu taşıma yapıyoruz. Bunların hepsinin 10 sene sonra ortalama sokaktaki gerçekler olacağını düşündüğümüz zaman bugünkü 19. yüzyıl eğitim sistemini ve geleneksel sınavını tekrar düşünmek lazım. Ve hangisi bizim çocuğumuzu meslek sahibi eder duygusunun hiç kimseyi bir yere götürmeyeceği kesin. Yani bana bugün izleyenler şunu söyleyebilirler mi; bana hangi üniversite iş garantisi verebilir? Yani bu ülkede üniversite sınavı için bu kadar tırmalayan insanlar, her yıl ortalama 750 bin ile 1 milyon civarı insanı üniversite sınavına yerleştiriyoruz, bölümlere yerleşiyorlar, giriyorlar. Bu bölümlerden kaç tanesinin iş garantisi var? 2017 yılı üniversite sınavı sonrasındaki verilere baktığımız zaman, ek yerleştirmeye kalmadan dolan bölüm ne biliyor musunuz? Gardiyanlık. Niye doluyor? İş garantisi var diye. Bir taraftan da böyle bir durumumuz var. İnsanlar çocuklarının geleceğini düşünürken bir iş garantisi arıyorlar. O nedenle geçmişte başka türlü baktığı mesleklerin şu anda iş garantisi veriyor olması önemli hale geldi. Türkiye’de bekçi sınavı için kaç bin kişi sınava girmiş? Rakamlara bir bakın. Bekçi olmak için diyoruz. Yani benim yaşımda olanlar geçmişteki mahalle bekçilerini hatırladığı zaman, düşünün kaç kişi bekçi olmayı aklından geçirirdi? Şu anda sınava girenlerin hepsi üniversite mezunu.

Yani özeti şu ki; Türkiye’nin eğitim sistemini 2023 ve ötesi bir vizyonla oluşturması şart. Ama bunu sadece siyasiler veya bürokratlar tarafından yapılan haliyle değil, Türkiye’nin toplumun bütün paydaşlarıyla, kesinlikle ve kesinlikle üretim kültürünü, üretim bakış açısını dinleyen, ideolojiden bağımsız halde, gerçekten insanlık için daha iyi ne yapabilirim sorusunu sorması gerek. Aslında milletten de öte bir durumdan söz ediyoruz. İnsanlık için daha iyi ne yapabilirim ve çocuklar için ne yapabilirim sorusunu sorması lazım. Benim de derdim bu açıkçası. Yani benim bulunduğum her yerde, başta söylediğim gibi, unvanlardan bağımsız olarak, bütün derdim bu dünyanın çocuklar için daha iyi bir dünya olması. Çünkü biz yetişkinler ve bizden önceki insanlar, bu dünyayı yeterince kirlettik. Belki de insanlar, insanlık tarihinin son yüzyılını yaşıyor burada. Belki bir nükleer savaş, belki bir teknolojik yıkım, 2100’lerde bu dünyayı yok edecek. O zaman burada çok somut bir şey var, biz çocuklarımız için nasıl daha iyi bir dünya yaparız deyip sorumluluk almak zorundayız. Hiç kimse kendi çocuğunu benim çocuğum diye sahiplenmesin. Bu çocuklar, bu dünyanın çocukları. Daha iyi bir dünyayı onlar hak ediyorlar. Bu çocuklar bizim çocuklarımız, hepimizin çocukları. Bu dünyayı çocuklarımız için nasıl daha iyi hale getirebiliriz sorusunun da bir tane cevabı var. Senin hangi inanca, hangi dine, hangi politik felsefeye inandığından daha önemlisi, daha iyi bir dünya için daha iyi bir eğitimi, daha iyi bir ekosistemi bu çocuklar hak ediyorlar, biz de onun için çalışacağız.

 

Gelen sorular var hocam. Birisi yoğun çalışan anne ve babaların küçük çocuklarını çok fazla bilgi sahibi olmayan bakıcılara bırakmaları ile ilgili.

Bu bakıcı meselesi çok önemli. Türkiye’nin nüfusu 1 milyonu aşan şehirlerine bakacak olursanız, bakıcı konusu çok tehlikeli ve ciddi bir konu. Bazılarının hiç çocuğu yok. Bazılarının var, ama hayatında çocuk doğurmaktan başka bir tecrübesi olmayan bir kadına çocuğumuzu bakıcı diye teslim ediyoruz. Konuyla ilgili hiçbir eğitimi yok, iletişim becerisi yok, bu tehlikeli bir durum. Ebeveynlerin bakıcıya ayırdıkları süreyi, bakıcıya ayırdıkları kaynakları, eşlerden birinin çalışıp diğerinin çalışmama durumunu, uzun süreli ücretsiz izinleri, bürokratik düzenlemeleri vs. muhakkak tartışmak lazım.

Ama burada ebeveynlere bir şeyi söylemekte fayda var. Lütfen çocuklarınıza iyi okul aramaktan önce şunu yapın: 10 yaşına kadar çocuklarınız için günde en az 60 ila 90 dakika arası sürenizi çocuklarınıza ayırın. Onlarla birlikte oyun kurun, hayal kurun, birlikte oyun oynayın. Sizin orada kurduğunuz ilişki önemli, etkileşim önemli. Ve en önemlisi de birlikte oyun kurmak. Acaba şu anda çocukların kaçı ellerinde oyuncak yokken oyun kurabiliyor? Çocukların oyun kurmasını sağlayamadığınız bir dünyada, çocukların hayal gücünü desteklemediğiniz bir dünyada siz her gün, her hafta bir oyuncakla sürekli olarak onu hazıra ve beslenmeye alıştırırsanız sonra da “çocuklarımız tatminsiz” dersiniz. Tabii ki öyle olacak. Sürekli onları tatmin olmamaları için siz destekliyorsunuz ebeveyn olarak. Niye? Kendi suçluluğumuzdan. Yeterince zaman ayıramıyorum, o zaman iki tane fazla oyuncak alayım diyoruz. Sadece hafta sonu görebiliyorum, o zaman bir AVM’ye götüreyim, iki tane oyuncağa bindireyim diyoruz… Çocuğun orada kendi doğasını unutuyoruz. Bugünlerde çocuklarla ebeveynlerin ilişkisindeki en önemli tarifim benim “ evlatkolik ebeveynler”. Özellikle kentlerde evlatkolik olmuşlar. Anaokullarının kapısına bakın, çocuklarını almaya giden anne veya babalara bakın –ki çocukları sırt çantasını taşıyabilecek durumda- çocuk çantasını çıkarıp annesinin eline veriyor. Annesi de hiç üşenmeden onu taşıyor. Niye? Çünkü suçluluk duygusuyla yaşıyor. Yani yetişkinlerin birkaç şeye karar vermesi lazım. Ya bu suçluluk duygusu ile yaşayacağım, ya da bu kararlılıkla yaşayacağım. Bakın çocuklar her yaşta yetişkinlerin söylediklerini anlarlar. Çocuklarınızla somut ve açık bir şekilde konuşabildiğiniz sürece, -mış gibi yapmayıp çocuk gibi davranmadığınız sürece her şey daha iyi olacaktır. O çocuklar büyürken bunların hepsini anlarlar. Lütfen çocuklarınızla sahici olun. Gerçek olun, problemlerinizi paylaşın. Problemlerinizin çözüm süreçlerinden de birlikte geçin. Bunun için de yapabileceğiniz en iyi şey, çocuklarınızla birlikte zaman geçirmek. 10 yaşına kadar dünyanın en iyi okulu, sizin çocuklarınıza ayırdığınız zamandır. Dünyada okulu olmayan tek şey belki de anne-babalık okuludur.

Kadınların hamile olduklarını duydukları andan itibaren, çiftlerin zihinlerinde orta beyinde, limbik sistemde şu belirir: ya babamın bana yaptığı gibi bir baba olacağım, ya da babamın olduğu gibi asla olmayacağım. Annem gibi bir anne olacağım ya da annem gibi asla davranmayacağım. Temel ebeveynlik dürtüsü doğrudan bizim anne babamızın üstünden şekillenir. Kendimize döneceğiz, aynaya dönüp bakacağız. Kendimizle, suçluluk duygularımızla yüzleşeceğiz. Bu eğitimlerin kendisi değil (anne-baba eğitimleri), anne-babaların farkındalığı önemli. Ebeveynlerin de bu kadar çok duvara çarpmışken hala evlatkolik olmalarını anlamsız buluyorum. Bakın bu dünyanın çocuklar için hazırladığı şeyler belli. Çocukların kendileri gibi olmalarını istiyorsak alan yaratacağız, fırsat vereceğiz, ekosistem tasarlayacağız.

 

Bir izleyicimiz sormuş; Türkiye’deki şu anki sistemle, resmi yapıyla, şu anki okul binalarıyla ve imkanlarla, bu bahsettiğiniz geleceğe yönelik dönüşümü gerçekleştirmek mümkün mü?

Ben böyle yorumlara üzülüyorum aslında. Türkiye’deki yasa, yürütmelik ve genelgeler içtihat için yazılır. Türkiye’de işini iyi yapan okullar, öğretmenler var. Bunlar aynı yönetmelikle çalışmıyor mu? Aynı şeyle çalışıyorlar. Önce bireyin kendi içinde inanması gerekiyor. Kendi içinizde siz inandıktan sonra, geri kalan şeyler mazeret olmaktan çıkar. Sistem müsait değil vesaire demekten vazgeçersiniz. Bu ülkeden Hasan Ali Yücel’ler çıkmış, Köy Enstitüleri çıkmış, efsane öğretmenler çıkmış…  Yani Türkiye bunların hepsini yapabilir. Önemli olan şey şu; meslektaşlık kültürünün gelişmesi lazım. Temel sorunumuz şu; biz insanlar olarak birbirimizi sevmiyoruz, birbirimize inanmıyoruz. Ebeveynler ve öğretmenler birbirlerine güvenmiyorlar. Çocuklar kimseye güvenmiyor. Biz bir güven iklimi yaratmıyoruz. Biz sürekli komplo teorilerinden beslenen bir toplum olarak birbirimize kızıyoruz, dedikodu yapıyoruz, whatsapp gruplarında yaşıyoruz. Eğri oturup doğru konuşalım. Whatsapp’tan okul yöneten anne-babalar, öğretmenler var. Dünya’da belli şeyleri başarabilen okullar var, bizde de var, iyi örnekler var, inanılmaz işler yapanlar var. Dürüst olalım, işimizi yapalım, en önemlisi bu.

 

Kayhan hocam son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Sevgili Gamze, değerli bir iş yapıyorsun, gerçekten çok değerli bir iş yapıyorsun. Sen de bu ekosistem fikrine inananlardan birisin, bunu biliyorum. Çok teşekkür ederim. Çok sayıda insan katılmış yayına, görüyorum. Herkes kendi etki alanında bir şey yapmaya çalışsın. Ben de kendi etki alanımda; okullarda, öğretmenlerle, ebeveynlerle bu etkiyi yaratmaya çalışıyorum. Umarım herkes için keyifli bir akşam olmuştur, herkese sevgiler diyorum. Çok teşekkür ederim.

 

Instagram canlı yayın röportajı: Gamze Er

@egitimciroportaji

EgitimciRoportaji.com Öneriyor:

Mor Sincap Organizasyon & Danışmanlık
Mor Sincap Organizasyon