Zeynep Hülagü
Eğitim Yönetimi
Okul Müdürü, Ege Bölge Koordinatörü
Bahçeşehir Koleji (Bornova Kampüsü)
İzmir
Zeynep Hülagü:
Öğretmenlik bir Tutku İşidir
Zeynep Hülagü’yü birkaç kelime ile tanımlamak zor. O, seçkin kolejlerin kurucu müdürü olarak 34 yıllık iş hayatında eğitim yönetiminin duayeni haline geldi. Sıfırdan okul yaratan, müthiş ekipler kuran, öğretmenlere farklı bir çalışma ruhu kazandıran, öğrencilerine güzel yenilikler getiren ve topluma değer katan bir eğitimci o. Öğrencilerle, öğretmenlerle her an temas halinde. Her sözüyle okul çalışanlarına ilham vermeye devam ediyor. Ben de altı yıl boyunca Zeynep Hülagü ile yan yana çalışarak ondan çok şey öğrenen şanslı kişilerden biriyim. Zeynep Hülagü ile, müdürü olduğu Bahçeşehir Koleji İzmir Bornova kampüsünde buluştuk. Kendisi aynı zamanda Bahçeşehir Okullarının Ege Bölge Koordinatörü. Burası gezdikçe insanı şaşırtıp “ah keşke ben de burada öğrenci olsam” dedirten, deneyimli eğitimciler tarafından titizlikle tasarlanmış bir okul. Okulu gezerken enerjik öğretmenler, gözleri parlayan mutlu öğrenciler görüyoruz. Bize okulda yapılan çalışmalarla da ilgili değerli bilgiler veren Zeynep Hülagü ile yaptığımız röportajı umarım keyifle okursunuz…
Merhaba Zeynep Hanım, eğitim camiasında en çok tanınan kişilerden birisiniz ancak yine de tanımayan okuyucularımız için kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?
Ben yaptığı işi ve çocukları çok seven, heyecanlı bir eğitimciyim. Marmara Üniversitesi mezunuyum. İngilizce öğretmeniyim. Eğitim sektörüne 22 yaşında bir dil okulunda başladım, müdür yardımcısıydım. Ben işe başladıktan bir hafta sonra müdür ayrıldı. Okulun sahibi de acil ve uzun süreliğine yurtdışında çıkıyordu ve müdür sensin dedi, gitti. 22 yaşında tek başıma bir kurumu idare ederken buldum kendimi. Yüzme bilmeden okyanusa düşmek işte tam buna denirmiş, anladım. Ne kadar çırpındığımı tahmin edersiniz. İdarecilik hayatım işte böyle başladı. Yıllarca farklı okulların kurucu müdürü ve okul müdürü olarak çalıştım. Yaklaşık 34 yıldır eğitim hayatının içindeyim.
Kolej kariyeriniz nasıl başladı? İlk kez okul müdürlüğü yaptığınız dönemden biraz bahsedebilir misiniz?
1988 yılında Çakabey Koleji açılıyordu. Yeni doğum yapmıştım. Yarı zamanlı İngilizce Öğretmeni olarak girdim okula ve bir yıl sonra idarecilerden biri oldum. Daha sonra da okul müdürlüğü yaptım. Çalıştığım her kurum çok farklı deneyimler kattı, çok şey öğretti. 1998 yılında yeni bir eğitim sistemi ile Türkiye’de pilot olacak bir kolej açılıyor dendi ve kurucu müdür olarak Işıkkent Eğitim Kampusü’ne transfer oldum. Felsefesiyle, bakış açısıyla farklı bir okuldu. 10 yıla yakın bir süre Işıkkent Eğitim Kampusü’nde müdürlük yaptım, daha sonra da Bahçeşehir Koleji’nin Bornova şubesinin kurucu müdürü oldum. Bugün Bahçeşehir Okullarının Ege Bölge Koordinatörüyüm.
O yıllar Işıkkent Eğitim Kampusü’nde sizin öncülüğünüzde bambaşka bir şey yaratıldı. Biraz ondan bahsedebilir misiniz?
O zamanlar gerçekten öğrenci merkezli bir eğitim yoktu. Okulun başlangıç felsefesi çok özeldi, alışılmış bir felsefe değildi. Bunun için kurum beni farklı dönemlerde yurt dışına eğitime gönderdi. Harvard Üniversitesi, Berkeley Üniversitesi, Michigan Üniversitesi’nde farklı zamanlarda eğitimler aldım. Dünyaca ünlü eğitim konferanslarına ve dünyanın farklı ülkelerinde okul inceleme gezilerine katıldım. Devamında da bunları arkadaşlarımla paylaştım. Müthiş bir ekip kurduk. Başladığımızda aktif eğitimi bilerek uygulayan okul sayısı ülke genelinde bir elin parmağını geçmezdi . Okulun ikinci yılında dönemin Talim Terbiye Kurulu Başkanı Ziya Selçuk kameralarla okulumuza gelerek incelemeler yaptı. 2000 yılında da Türkiye’de “öğrenci merkezli eğitim” diye yeni bir sistem başlamış oldu. Biz gerçekten pilot kurum olmuştuk yaptığımız çalışmalarla…
O yıllar yapılan şeyler bunlarla da sınırlı değildi. Eğitim alanında birçok konuda öncülük edildi, ve siz bunların hem liderliğini yaptınız hem de uygulanmasını adım adım desteklediniz.
2000’lerin başı eğitimle ilgili ilginç bir dönemdi. Türkiye’de hiç konuşulmayan, dünyada ise yeni yeni gündeme gelmiş bir takım teoriler, uygulamalar vardı eğitim ile ilgili. Örneğin biz sadece matematiği iyi olan çocuğa zeki derdik. Müzikte, sanatta, dilde de zeki olunacağı pek konuşulmazdı. Ben çok şanslı bir müdürüm, Amerika’ya gidip Çoklu Zeka’yı birebir Prof. Howard Gardner’dan öğrenme fırsatı buldum. Sadece o da değil, çok değerli eğitimcilerden eğitimler aldım, örneğin Heidi Jacobs’den Curriculum Mapping konusunda eğitim aldım, ki o da hiç konuşulmayan bir konuydu. High Scope, Reggio Emilia, üzerine çalışmalar yaptım. Bunları çok değerli arkadaşlarımla uyguladık, kendi sistemimize uyarladık. Hepimiz için çok heyecanlı bir dönemdi.
Sizin öğretmen eğitimleriyle de ilgili önemli bir projeniz vardı. Hem sizin geliştirdiğiniz bir fikirdi hem de projeye öncülük ettiniz. O çalışmanızdan da bahseder misiniz?
O dönemde İzmir’in Bornova ilçesindeki tüm devlet okulu öğretmenleri ile öğrendiklerimiz ve uygulamalarımızı gönüllü olarak paylaşmak istedik. Bornova İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ile birlikte bir proje yaptık. Projeyi Rotary de destekledi, daha sonra büyük bir ödül de aldık. Her hafta sonu okulumuza gelen öğretmenlere eğitimler verdik. Bu farklı teori ve uygulamaları öğrenmek onlar için de çok heyecan verici idi, çünkü o dönemde bu bilgilere ulaşmak başvurabilecekleri başka bir kaynak yoktu. Yüzlerce öğretmenle paylaşma fırsatı bulduk.
Ülkemizdeki eğitimin gelişmesi adına çok güzel bir projeydi, umarım Türkiye’nın farklı yerlerinde benzer çalışmalar hep yapılır…
Ne biliyorsak başkalarına da aktarmalıyız, paylaşmalıyız. Bu şekilde zenginleştiğimize inanıyorum. Diyorum ya ben şanslı bir idareciydim, o dönemde kimsenin alamayacağı bilgilerle donanmıştım. Bunları kendi içimde veya kendi okulumda tutmak çok büyük haksızlık ve adaletsizlik olurdu.
Bir proje için Pınarbaşı Gürpınar İlköğretim Okulu’na gittiğimizde gördüm ki çalışan anneler çocuklarını bırakacakları bir yer olmadığı için çocuklarını, sabahçı ya da öğlenci ise kalan zamanında okul bahçesinde tutuyorlardı. Okula alınmadıkları için öğrenciler soğukta, yağmurun altında kalıyorlardı.
Balçova Rotary ile birlikte oraya güzel bir Çok Amaçlı Salon ve Kütüphane yaptık. İçinde bilgisayarları ve küçük bir sahnesi de vardı. Devamında kaynak yaratma çalışmalarına devam ettik ve orada programlar düzenledik. Ben öncü oldum ama birçok kişinin emeği geçti. Her hafta perşembe günü Aile Toplantıları yaptık. Mesela bir hafta bir psikolog, bir hafta bir hekim, avukat geldi. Hijyen, ergenlik vs gibi konularda bilgiler verdiler, soruları yanıtladılar. Öğretmen arkadaşlarım da gelerek gönüllü paylaşımlarda bulundular.
Çocukların okulda aldığı eğitimde denge çok önemli, değil mi?
Denge hayatımız için de anahtar kelime. Tabii ki öğrencinin eğitiminde de denge önemli. Yani çocuğun sosyal, duygusal ve akademik gelişimini aynı anda dengeli bir şekilde gerçekleştirebiliriz. Gerçekten eğitimin içini iyi doldurmak, doğru eğitimcilerle doğru programlarla gitmek, öğrenci de merak uyandırmak, düşünmeyi öğretmek ve çocuğun her alanda motivasyonunu yüksek tutmak önemli. Bunları gerçekleştirirken çocukların sınırlarını- ki bu sınır her çocukta farklı olabilir- zorlamalıyız diye düşünüyorum.
Bahçeşehir Koleji’nin dengeli eğitim vermek dışında ne gibi farklı yönleri var?
Bahçeşehir Koleji, global bir okul. Bir kere önünde üniversitesinin olması, eğitim fakültesinin olması bizlere sürekli yol açıyor. Çünkü birileri sürekli program geliştiriyor, birileri sürekli araştırmalar yapıyor, öğretmenlerimizi besliyor. Öğretmenlerimizin büyük bir çoğunluğu Bahçeşehir Üniversitesi’nde yüksek lisans yapıyor. Şu anda üniversitemizde doktora yapan öğretmenlerimiz de var. Bahçeşehir’in dünyanın birçok yerinde okulu var, üniversitesi var. Çocuklarımızı ve öğretmenlerimizi sık sık yurt dışına gönderebiliyoruz.
Burası işi gücü eğitim olan bir okul. Tamamen eğitime odaklı olan kurucumuz Enver Yücel, hiçbir zaman olanla yetinmeyen ve her zaman daha ileriye gitmeyi düşünen bir eğitimci. Ben bu anlamda gerçekten çok şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Bizim de önümüzü açıp, bize vizyon katıyor. Mesela şimdi Türkiye açık uçlu soruları konuşurken biz 4-5 senedir açık uçlu sınav yapıyoruz. Türkiye daha STEM’i konuşmamışken STEM’e başladık. Kodlama Eğitimi ile ülkeye öncülük ediyoruz. Okullarımız da, teknolojik yatırım da olağanüstü. Türkiye’de az sayıdaki çift dilli okullardanız. İngilizce yatırımı çok fazla, hem Türk hem de yabancı öğretmenlerimiz çok donanımlı. Kendi İngilizce kitaplarımızı yazıyoruz. Bornova Bahçeşehir Koleji’nde P4C (Philosophy for Children) ile süper bir Felsefe eğitimine başladık. Yani eğitimi her yönüyle gerçekten çok ciddiye alan bir kurumuz.
Deneyimli bir eğitimci olarak, özellikle küçük çocuğu olan anne-babalara yönelik önerileriniz nelerdir? Birkaç küçük ipucu alabilir miyiz?
Küçük çocuğum yok, artık büyüdü, ama ben de bir anneyim. Annelere en çok önereceğim şey, klişe gelebilir ama çocuklarıyla keyifli vakit geçirmeleri. Çok çabuk büyüyorlar ve sizin onunla geçirdiğiniz zaman çok ama çok değerli. O sevgi ve paylaşım, birçok şeyin üstünde. Çocuğa güven duygusu vermek, becerilerini geliştirmek için birlikte geçirilen her an çok değerli. Bu, “gel de ödevlerini yapalım!” tonunda yapılan işlerden daha çok, eğlenceli, keyifli, verimli geçirilmesi gereken bir süre.
Tabirimi hoş görün ama velilerin çocukların yakalarından düşmeleri gerektiğini düşünüyorum. Çünkü çocuklar adına düşündükçe ve onlar adına bu kadar endişelendikçe, onların becerilerini kısıtladığımıza inanıyorum. Okulda en ufak bir şeyde “eyvah çocuğum travma geçirecek” diyen aileler görebiliyorum. Çocuklar bu kadar kolay travma geçirmiyorlar. Dünyada travma geçirtecek çok olay var. Arkadaşıyla kavga etti diye, sınavdan kötü not aldı diye, öğretmeni kaş çattı diye travma geçirmez çocuklar. Okullar küçük ve kontrollü hayatlardır. Hayatın provasını aslında okula yapar onlar. İnsanlarla baş etmeyi, sorun çözmeyi, takım olarak çalışabilmeyi, hakkını aramayı, sorgulamayı ve pek çok şeyi okulda öğreniriz. Genel olarak anneler çok endişeli, bunu çok çok iyi anlıyorum, çocuk yetiştirmek gerçekten çok zor. Ama kontrollü bir şekilde çocuklarını serbest bırakmaları gerekiyor.
Çocuklarının başarılı olması için ailelere önerdiğiniz bir şey var mı?
Çocuklarına güvenmeleri lazım. Başarı nedir, bu hep tartışılan bir şey. Çok göreceli bir kavram. Kimisi iyi bir mesleğe veya çok para kazanmaya başarı diyor. Başarı sadece bu mudur? Yoksa yaptığı şeyi mutlulukla, tutkuyla yapması ve bundan keyif alması mıdır? Bu nedenle ailenin çocuğunu iyi tanıması, iyi yönlendirmesi, ruhunu ve ilgilerini doğru beslemesi, önünü açması, ona güvenmesi, inanması, ve onu boğmadan, örselemeden ileriye itmesi başarıyı getirebilir diye düşünüyorum.
Ailelerin şimdilerde güzel bir kaynağı da var: internet. Mesela sizin sayfanızı okuyan bir ebeveyn bu bilgilere çok kolay ulaşabiliyor. Ayrıca hem ebeveynlere hem de çocuklara yönelik çok güzel kitaplar var. Çocuğu çizgi filmin önüne koymak, eline cep telefonu vermek ya da en pahalı oyuncağı almak yerine onunla birlikte basit oyunlar oynayabilirsiniz.
Örneğin biz kızımla henüz ilkokul birinci sınıftayken hayalimizde bir otel kurduk. Kurduğumuz otelin dekorundan, perdesinden, çalışanlarından, menüsüne kadar her şeyini birlikte kurguladık. Fonda çalacak müzikleri konuştuk, araştırdık. Çalışanların kıyafetlerini, otelin logosunu tasarladık. Otel de müşteriler için programlar hazırladık. Bir yıla yakın sürdü bu hayal ve çok eğlenceliydi. Hala otel dosyamız duruyor. Ona çok şey kattığını düşünüyorum- hayal gücü anlamında, organizasyonel düşünme, problem çözme anlamında… Çocuklara hayal güçlerini kullandırmak çok önemli. Yapılabilecek o kadar çok etkinlik var ki… Bunun için sosyal medya da çok zengin bir kaynak.
Genç eğitimcilere, eğitim fakültesinde okuyanlara neler önerirsiniz? Bir öğretmen olarak fark yaratabilmek için neler yapabilirler?
Eğitim fakültesinden mezun olup mesleğine karşı sevgi ve isteği olmayan birinin çok fazla bir şey yapabileceğini sanmıyorum. Öğretmenliği sadece bir meslek olarak görmemek, onu gerçekten yüreğinde hissetmek lazım. Bu iş tutku işi. Öğretmenin çok meraklı olması gerekiyor. Kendini pek çok konuda geliştirmesi lazım. Farklı alanlarla ilgilenmelerini, farklı farklı ortamlara girmelerini öneririm. Bunları da zorunluluktan değil, kendileri için yapmaları, bundan da keyif almaları gerekir. Gönüllü olarak eğitim kuruluşlarında, vakıflarda çalışarak deneyim kazanabilirler. Bu deneyimlerin ileride meslek hayalarında çok işlerine yarayacağına inanıyorum.
Ayrıca branşlarıyla ilgili dünyada neler yapıldığını bilmeleri, takip etmeleri gerekir. Tıpkı öğrenciler gibi öğretmenlerde kendi sınırlarını zorlamalı. Herkesin yaptığı standart, klişe işlerle yetinmemeli, öğrencileri için ve kendi için hedeflerini yüksek tutmalı.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Tüm meslektaşlarımın heyecanla, tutkuyla çalışmalarını diliyorum. Bu heyecan ve tutkunun çocuklara dalga dalga geçtiğine inanıyorum. Hepimiz iz bırakıyoruz öğrencilerin ve iş arkadaşlarımızın üzerinde. Bu izleri düşünerek hareket etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bazı izler çok derin ve olumsuz olabiliyor ve hiç geçmiyor.
Bu nedenle dileğim bütün öğretmenlerin çocuklar üzerinde güzel izler bırakması, onlara güzel dokunması, onları geleceğe güzel hazırlaması. Ülkemin doğru ve kendini iyi yetiştirmiş, öğrencilerini geleceğe iyi taşıyan öğretmenlere çok ihtiyacı var.
Röportaj: Gamze Er
Fotoğraflar: Aytuğ Bayer
Ofis Destek: Zeynep Baysal