Engin Deniz Eriş

Hakkında
Branş
Yönetim ve Strateji
Unvan
Doçent Doktor, Akademisyen, Dokuz Eylül Üniversitesi İzmir Meslek Yüksekokulu Müdür Yardımcısı, LİYAKAT Derneği Proje Komisyon Başkanı, “Bir Kanser Hikayesi ve Aforizmalar” Kitabının Yazarı
Çalıştığı Kurum
Dokuz Eylül Üniversitesi
Şehir
İzmir

Engin Deniz Eriş - Gamze Er - Eğitimci RöportajıEngin Deniz Eriş:  Sosyal Sorumluluk Projeleri Gençlere Yepyeni Kapılar Açar

 

Engin Deniz Eriş, nam-ı diğer “EDE” ile ilgili söylenecek o kadar çok şey var ki… O bir akademisyen, bir yönetici, bir sosyal sorumluluk gönüllüsü ve aynı zamanda renkli bir sosyal medya kullanıcısı. Aktif bir eğitimci olarak sadece öğrencilerini eğitmekle kalmıyor, aynı zamanda toplumun eğitimini de önemsiyor. Farklı kesimlerinden insanlara faydalı olabilecek eğitimler veriyor, projeler geliştiriyor. Nisan 2017’de çıkan “Bir Kanser Hikayesi ve Aforizmalar” adlı kitabıyla kanser konusunda insanları bilinçlendirmeyi hedefliyor ve kitabın gelirini ilgili kurumlara bağışlıyor. Eğitim dünyasının renkli kişiliği Engin Deniz Eriş ile hem kitabı, hem de diğer çalışmaları ile ilgili keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik…

 

 

Engin Deniz Eriş - Eğitimci Röportajı

Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz? Özellikle eğitim geçmişinizden?

1978 İzmir doğumluyum. Karışık bir eğitim hayatım var, çünkü İzmir’de doğdum ve çocukluğumun ilk yıllarında babamın görevi nedeniyle Almanya’ya tayin olduk. Anaokulunu ve ilkokulun ilk iki yılını Almanya’da okudum. Devamında Diyarbakır’a tayin olduk. Batının en gelişmiş ülkelerinden birinde en güzel imkanlara sahipken birden bire bunların olmadığı bir yere gidince bu bir çocuk için bir nevi travma oluyor. Ankara’da bir yıl, Kütahya’da dört yıl okuduktan sonra İzmir’e geldim ve burada liseyi bitirdim. O zaman artık üniversiteyi İzmir’de okuyacağım dedim. Çünkü sıklıkla şehir veya ülke değiştirmek ve hep yeni arkadaşlar edinmek o yaşlarda zor olabiliyor. Ancak bu değişimler yetişkin olduğumda çok işime yaradı. Herhangi yeni bir kültüre veya ortama gittiğimde hiç zorluk çekmeden uyum sağlayabiliyorum.

Aslında ben sahne sanatları ve görsel sanatlar ile ilgileniyordum. Ancak ailem sıcak bakmadı, hatta matematiğimin iyi olması nedeniyle mühendis olmam bekleniyordu. Üniversite tercihlerimde de amaçladığım endüstri, inşaat ve makina mühendisliklerine alternatif olarak Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme bölümünü yazdım. Tercih sıralamasında da İşletme’yi Makina Bölümünün üzerine yazdım. Sonuçlar açıklandığında Makine Mühendisliği bölümüne girebilecekken tercih sıralamasında son dakikada ailemden habersiz yaptığım değişiklikle İşletme’ye girerek evde buz gibi bir hava esmesine neden oldum.

Fakülteye girdiğimde amacım net değildi ancak 3. Sınıfa geldiğimde akademisyen olmaya karar vermiştim. 1999 yılında mezun olduktan sonra yüksek lisansa başladım ancak İki yıl boyunca kadro açılmadı. Daha sonra İzmir Meslek Yüksek Okulu’ndaki ilanı gördüm ve asistanlığa burada başlamış oldum. Ondan sonra da öğretim görevliliği, yardımcı doçentlik, doçentlik geldi. İki yıl sonra da inşallah profesör unvanını alarak meslek hayatıma devam edeceğim.

 

Engin Deniz Eriş - Eğitimci RöportajıHem eğitimci, hem yönetici hem de sosyal sorumluluk projeleri yürüten bir kişisiniz. Bunu nasıl başarıyorsunuz? Bize biraz şu anki çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

Ben çok yönlü olmayı her zaman sevdim. Tek bir alanla uğraşmak beni tatmin etmedi. Ben şu anda Yönetim ve Strateji Doçentiyim, çalışmalarım yönetim alanında. Ancak benim için pazarlama da çok cazip bir konu oldu her zaman. Kariyerimin başında pazarlama ağırlıklı çalışmalar yaptım. Doktora tezimde de hem yönetim hem pazarlama konuları bir aradadır. Günümüzde bir şeyi çok iyi bilmenin yanı sıra birçok şey hakkında da bilgi sahibi olmak gerekiyor. İşletme’de Taylorizm dediğimiz klasik yönetim düşüncesi zamanlarındaydı tek parça bir işle uğraşmak. Şimdi artık resmin bütününü görebilmek için çok farklı ilgi alanlarının olması gerekiyor. Akademik anlamda ben bunu yaptım.

Halihazırda bir idari pozisyonum var. Kuramsal anlamdaki yönetimi pratik anlamdaki yönetime dökmüş oluyorum aslında. Bir kamu kurumunda, bir üniversitede yönetici olmak aslında çok da kolay değildir. Ama mesleğimi çok seviyorum. Sevmesem devam etmezdim, çünkü bir zorunluluk yok. Bazen öğrencilerde şunu görüyorum; “dışarıda iş bulamadım, bari bir yüksek lisans yapayım, belki okulda bir kadro açılır girerim” diyorlar. O kadar yanlış bir mantık ki. Senin gerçekten eğitimci, öğretmen, akademisyen olman için bunu çok yürekten istiyor olman lazım. İkinci veya üçüncü alternatif olarak eğitimci olunmaz- bu çok net.

Belli bir zamana kadar çok fazla kariyer yönlü çalışmak zorunda kaldım ve öğrencilerime katkılar sağladım. Ama özellikle son birkaç yıldır sosyal sorumluluk çalışmalarına da zaman ayırmaya başladım.

 

Engin Deniz Eriş - Eğitimci Röportajı - Gamze ErSosyal sorumluluk projelerinizle ilgili bilgi verebilir misiniz? Eminim öğrencilere de bu konuda örnek oluyorsunuzdur…

Benim için öğrencisiyle arkadaş olan, ulaşılabilir, dokunulabilir hoca diyorlar. O noktada benim hedefim öğrencilere örnek olmak. Özellikle kariyer ve eğitim anlamında. Çünkü son dönemde “kısa yoldan para kazanalım, eğitimsiz olalım, zengin olalım” anlayışını görebiliyoruz. Bence eğitim çok önemli. Sadece akademik eğitim değil; toplumsal eğitim, insani eğitim, temel değerleri alabilmiş olmak… O noktalara çok eğiliyorum. Sosyal sorumluluk projelerinde farklı STK’larla çalışıyorum. Özellikle son beş yıldır çalıştığım, girişim konularında ağırlık veren bir dernek var; LİYAKAT. Bu dernek bünyesinde Türkiye’de ilk ve tek olan “Girişimci Çocuk Atölyesi” çalışmam var.  Bu benim kurguladığım bir proje. Çocuklara hem girişimciliğin kuramsal tarafını öğretiyor, hem de iş planı oluşturma, bir proje oluşturup hayata geçirme, bir sunum haline getirme konularında çalışmalar yapıyorum. Ders başlangıçlarında nefes terapisi, egzersiz çalışmaları yapıyor, oyunlar oynuyoruz.

Gençlere yönelik yaptığımız diğer çalışmalardan biri de sektörlerle buluşma günleri. “Sektör Uygulamaları” dersinde öğrencilerim hem sunum tekniğini öğreniyorlar hem de gruplara ayrılarak takım çalışması yapıyorlar. Belirli bir sektörü tüm detaylarıyla analiz ediyorlar. SWOT analizi, ilişkili olduğu diğer sektörleri tespit etme, sektör liderlerini tanıma gibi çalışmalar yapıyorlar. Her sektörün  bir temsilcisiyle (özellikle Ege bölgesinde tanınmış isimlerle) röportaj yapıyorlar. Onları derse çağırıyoruz ve sunum yapılıyor. Her dönemin sonunda Büro Yönetimi ve Yönetici Asistanlığı öğrencileri en az yirmi farklı sektörü detaylarıyla öğrenmiş oluyorlar. Nasıl ki “işletme”nin net bir sektörü veya iş tanımı yoksa, büro yönetimi de aynı şekilde- herhangi bir sektörde herhangi bir yönetici ile çalışabilirsin. O nedenle öğrencilerime şunu söylüyorum; bulduğunuz işi değil, ilgi alanınız olabilecek işi seçin. Otomotiv sektörünün dinamikleri ve otomotiv yöneticisinin beklentileri ile plastik sektörününki çok farklı olabilir. Ve yönetici asistanının da yönetici kadar sektörü tanıyor olması lazım. O nedenle dersleri bu bilinci verecek şekilde şekillendirmeye çalışıyorum.

Girişimcilik seminerleri düzenliyoruz. Benim dahil olduğum pek çok farklı proje var. Bedensel engellilere yönelik yaptığımız çalışmalar var. Dezavantajlı, şiddet mağduru kadınlara yönelik çalışmalar yaptık. Sosyo-ekonomik düzeyi düşük ve işi olmayan kadınlara meslek edindirme ile ilgili çalıştık. Son dönemde LİYAKAT, Sigorta Eksperleri Derneği ve İzmir Meslek Yüksekokulu olarak ortaklaşa bir proje yaptık: Sigorta Eksperleri Raportörlüğü projesi. Bu da bir istihdam projesiydi. Öğrencilerimle de son iki yıldır otizmli bireylerle çalışmalar yapıyoruz.

Son dönemdeki sosyal sorumluluk çalışmam ise “Bir Kanser Hikayesi ve Aforizmalar” adlı kitabım.

 

Kitabınız hem içerik olarak hem de gelirinin bağışlanacak olması açısından etkileyici bir proje.  Bir kanser hikayesinin yanı sıra hayata dair mesajlar da var. Kitap fikri nasıl çıktı, şimdiye kadar neler yapıldı?

Annemi kanserden kaybettikten sonra bir şey yapmak istiyordum. Ama aklımda net bir şey yoktu. Kanser hastaları ve yakınları ile özellikle iletişim yönlü eğitimler yapmamı önerenler oldu. Yapamayacağımı söyledim, çünkü benim için ağır bir konu. Duygusal olarak zayıf olduğum bir nokta. Farklı bir şekilde nasıl katkı koyabilirim diye düşündüm. Bir kitap yazayım, hem annemin anısı olsun, hem de gelirini bağışlayayım dedim. Devamında yaşadığımız süreci yazmaya elim bir türlü gitmedi ama aforizmaları yazmaya başladım. Sonra diğer kısmı da yazarım dedim ve kitabı tamamladım. Kitap çok yeni, 29 Nisan’da çıktı. Kitapta amaç “aman bak ben ne kadar acı bir şey yaşadım yazık bana” demek değil. Herkese oluyorken bana neden olmasın? Yarın okuyan birine ya da bir yakınına da olacak, bu hayatın bir parçası. Bir kere bunu bilmemiz gerekiyor. Fark etmek gerekiyor.

Annemde kansere dair net bir semptom yoktu, bir anda ortaya çıktı. Kitapta vermek istediğim bir mesaj da “sürekli kontrole gitmek lazım”. Bir diğeri “bu hayatın gerçeği, bununla karşılaşmış olabilirsin ama hayat sona ermiyor. Arkasında kalanlar olarak bizim daha yapmamız gereken şeyler var.” Kendi adıma yapabileceğim şey bu.  Bir de şunu fark ettim; ne kadar çok şey verirsen, sana da o kadar gelmeye başlıyor. Maddi olarak da manevi olarak da. Bunu kendi yaşamımda gördüm. Tutumlu olmak güzel deniyor da, tutumlu olmaya çalıştığım her zaman bir yerlerde açık çıktı. Ama birilerine yardım ederken gönlün bol olduğunda daha fazlası geliyor, hem maddi hem manevi olarak. Bunu öğrencilerime şöyle söylüyorum: birilerine yardım etmek istiyorsanız para vermenize gerek yok. Birisi için zamanınızı, emeğinizi harcayabiliyorsanız en değerlisi o.

Kısa sürede beş imza günü oldu. Bunu söyleşilerle desteklemeyi düşünüyorum. Amaç 15 Ekim Dünya Meme Sağlığı Günü’ne kadar bir miktar biriktirebilmek. Bu ilk parti olacak tabii, kitabın baskısı devam edecek ve belli dönemlerde bağışlar devam edecek. Kitap D&R mağazalarında ve D&R web sitesinde var, Kitapyurdu web sitesinde var. Yakın zamanda kitapla ilgili İstanbul’da Aret Vartanyan ile ortaklaşa bir çalışma yapmayı planlıyoruz.

 

Engin Deniz Eriş - Eğitimci RöportajıÇocukların ve gençlerin sosyal sorumluluk projelerine katılmaları, gelecekteki mesleki başarılarına ve hayattaki başarılarına ne şekilde etki eder?

Öncelikle ülkeye faydalı birer birey oluyorlar. Yardım etmeyi ve hayata değer katmayı öğreniyorlar. Ayrıca artık birçok kurum sosyal sorumluluk çalışmalarında aktif olarak rol alan kişileri istihdam etmeyi tercih ediyor. Yurt dışında lisansüstü eğitim için başvurduğunuzda bile hangi tür öğrenci kulüplerine üye olduğunuz ne türde projelerde yer aldığınız soruluyor.

 

Eğitimci olarak kendinizi biraz anlatır mısınız? Belli bir imajınız var, sosyal medyayı aktif kullanıyorsunuz ve derslerinizin eğlenceli geçtiği söyleniyor… Amacınız neydi, nasıl bu noktaya geldiniz?

Benim kaygım biraz farklı olmak ve örnek olabilmekti. Standart şeyleri hiçbir zaman sevmedim. Kullandığım eşyalarda, yaptığım işlerde bir şeylerin farklı olması lazım. Tabii farklı olmak derken, yapılan işe bir artı değer katabilmek önemli. Sosyal medyayı aktif kullanmam ise benim ulaşılabilir, görünür bir eğitimci olmamı sağlıyor. Ben öğrenciyken merak ederdim; öğretmenler acaba ne yapıyorlar­? Sürekli eğitim ile ilgili çalışmalar mı yapıyorlar, hayatlarında başka bir şeye yer yok mu, bunları bilemezdik. Sosyal medyayı kullanmaya devam etmemin sebeplerinden biri de, özellikle zaman yönetimi konusunda birçok öğrencimin gözlerinin açılmasıydı. Zaman yetmiyor diye şikayet ediyorlardı. Sonra beni takip ettiklerinde “bu kadar çok şeyi nasıl yapıyorsunuz?” deyip şaşırıyorlar. Ben yapabiliyorsam herkes yapabilir. Mesela birçok öğrencim benim sayemde spora başladı. Ben sabah 5:30 gibi kalkıp 6:30 gibi spor salonunda olup sonrasında 9:30’da derste karşılarında dimdik olunca, karşımda esnerken utanıyorlar. Bunu onlar fark etmezlerse ben söylüyorum zaten. Ben gerektiğinde dört saatlik uykuyla buraya geliyorum, zıpkın gibi işlerimi yapıyorum, belki iki katı yaşım var. Öğrencilerin bu rehaveti atabilmelerini sağlamak veya zaman yönetimi diye bir şey olduğunun farkına varmalarını sağlamak güzel bir şey.

Sosyal medya yapılan çalışmaları duyurabilmek adına da güzel. Çok geniş bir etki alanı var.  Öğrencilerimin yanı sıra aileleri, arkadaşları ve başka kişiler de yaptığım çalışmaları ve günlük hayatımı görebiliyor. Ben çok yönlüysem, herkes olabilir. Bunu görmelerini istiyorum.

 

Engin Deniz Eriş - Gamze Er -Eğitimci RöportajıDers verdiğiniz öğrencilerle ilgili gözlemleriniz nelerdir, onlara önerileriniz olacak mı?

Ben gençleri çok seviyorum. Belki bu kadar enerjik olmamın sebebi de onlarla bu kadar yüksek etkileşimimin olması. Gençlerle bu kadar etkileşebilen bazı kişilerin güncel konulardan uzak ve hantal olmasını anlayamıyorum. O enerjiyi nasıl alamıyorlar ya da nasıl yönlendiremiyorlar, bunu bazen kafam almıyor. Öğrencilerin doğru örneklere ihtiyaçları var. Müthiş bir potansiyelleri var, kafaları çok güzel çalışıyor. Ama sadece onları anladığınızı söylemeniz ve onlara fırsat tanımanız lazım. Yetişkinler ne yazık ki o kadar sabırlı değil. Ne fırsat tanıyorlar, ne gençlerin hata yapmasına izin veriyorlar, ne de hatayla karşılaştıklarında onu düzeltmek için çaba sarf ediyorlar. O nedenle kuşak çatışması ortaya çıkıyor. Oysa karşılıklı olarak öğrenilebilecek çok şey var. Ben öğrencilerimden birçok şey öğreniyorum. Her amfiye girip çıkışınızda, her dönem bittiğinde, ben size bir şeyler katabilmiş olmalıyım, ama sizlerden de bir şeyler öğrenebilmiş olmalıyım. Eğer bu sınıfa girip çıktıktan sonra bilgi olarak veya hayata dair herhangi bir şeyde bir değişiklik yaratmadıysak burada harcadığımız zaman tamamen boşa geçmiş demektir. Ben size bir şey kazandıramadıysam anlamı yok diyorum ve sözlerim galiba gerçekten de işe yarıyor.

Gençlerin potansiyellerini kullanmaları için eğitimcilere ve ebeveynlere çok iş düşüyor. Dinlemek lazım gençleri. Farklı yaş gruplarıyla çalışıyorum. Hem girişimci çocuk atölyesinde çocuklarda hem de üniversitedeki öğrencilerimde görüyorum. Bazen bir bakıyorsun haylaz, çalışmaz dediğin bir çocuk öyle bir çalışma getiriyor ki –fırsat tanıdığında ve nasıl yapması gerektiğini anlattığında- şaşırıp kalabiliyorsun. Bunu çok yaşadım. İnsanı harcamak çok kolay. Önemli olan onu kazanmak. Efor lazım. Bunu yapmak için de işini çok sevmek lazım. Eğer eğitimciliğe para kazanmak olarak görüyorsan, ay sonu alacağın maaşı hesaplayarak yapıyorsan, bu söylediklerim olmuyor.

 

Eğitimci olmak isteyenlere veya yeni mezun eğitimcilere başka neler önerirsiniz?

Gerçekten az önce bahsettiğim idealizme sahiplerse eğitimci olmalılar. Para kazanmak önemli, yaşamak için ihtiyacımız var. Ama öncelik o olmamalı. Çok okumalarını öneririm. Ama her şeyi okusunlar. Olay sadece kuram değil. “Geyik” tabir edilen şeyleri de okusunlar. Öğrenciye ulaşabilmek istiyorsan, o dönemin esprileri, trendleri neyse onu da bilmen lazım. Ben çoğunlukla öğrencilerimi böyle yakalıyorum. “Ya hocaya bak bunu da biliyor!” diye şaşırabiliyorlar. Öğrenci o zaman kendine de yakın hissediyor. “Hoca cool ya” diyor. Diğer türlü “ben öğretmenim, ben profesörüm, çok şey biliyorum” dediğinde öğrencinin tepkisi “eee?” olabiliyor. Ama öğrenciye ulaşabildiğinde, onunla kantinde zaman geçirebildiğinde, yeri geldiğinde arkadaş problemini ya da aile problemini dinlediğinde, onu tanıdığında, “hoca beni biliyor”u bildiği anda hem sana hem de derse bağlanıyor. İşin sırrı bu.

 

Eğitim ile ilgili ailelere ve gençlere iletmek istediğiniz bir şey var mı?

Bence ebeveynler açısından şu önemli; çocukların isteklerine ve yeteneklerine dikkat etmeleri. Kendi isteklerine değil. Çünkü gidiyor çocuk bir bölümden mezun olup alakasız bir işe giriyor. Kayıp hayatlar oluyor. Bir fakülteye giriyor, bırakıyor, başka fakülteye geçiyor, hayatından birkaç yıl gidiyor. Zorla bir şey okutmak bana mantıklı gelmiyor.

Tabii ülke konjonktürüne baktığınızda bu söylediğim şey ne kadar doğru diye düşüneceksiniz ama şuradan yola çıkabiliriz: İşin ne olursan olsun, işinin en iyisini yaptığın sürece bence başarılı olabiliyorsun. İşi iş gibi görmemek lazım, hobi gibi görmek lazım. Hobiniz işiniz olsun, yani zevkle yaptığınız bir işi seçin. Okumayı yazmayı sevmiyorsanız, sabırlı değilseniz mesela akademisyen ya da öğretmen olmayın.

Çocuklara ya da gençlere tavsiyem; ilgilendikleri mesleklerin erbaplarıyla gitsinler görüşsünler. O ortamlarda biraz zaman harcasınlar. Mesleği ve sektörleri tanısınlar. Okusunlar. Gerekiyorsa üniversitelerin ilgili bölümlerindeki hocalarla görüşsünler. Burada neler öğrenilir, neler yapılır sorsunlar. Liselerin bilgilendirme gezilerine veya meslek seçim günlerine katılsınlar.

Engin Deniz Eriş - Gamze Er - Eğitimci RöportajıRöportaj: Gamze Er

İmza günü fotoğrafları: Melisa Hazar

Röportaj fotoğrafları ve video: Best Art Studio/Abdurrahim Sarıtaş

Edit: Aytuğ Bayer

Sponsor

'Bir Kanser Hikayesi ve Aforizmalar'ı satın alarak siz de kampanyaya destek olabilirsiniz... D&R linki için tıklayın:
Engin Deniz Eriş Kitap