Erdoğan Özbağçıvan

Hakkında
Branş
Okul Öncesi
Unvan
Öğretmen
Çalıştığı Kurum
Bağımsız
Şehir
İzmir

İletişim
Web Sitesi

E-posta Adresi
Linkedin
Instagram

Erdoğan Özbağçıvan: Her Anaokulunda Bir Erkek Öğretmen Olmalı

 

 

Erdoğan Özbağçıvan - Eğitimci RöportajıErdoğan Özbağçıvan ile uzun zamandır röportaj yapmak istiyordum… Çünkü o tanıdığım ilk ve tek erkek anaokulu öğretmeni! Okul öncesi kurumlarında çocukların erkek rol modele sahip olmalarının önemi, tartışmaya açılması gereken konulardan gibi görünüyor – özellikle babasını fazla göremeyen, akrabaları ile fazla iletişime geçemeyen şehirli çocukları düşününce…

Erdoğan öğretmen ile anaokulu öğretmenliğini ve tek erkek öğretmen olmayı, piyano ve zeytincilik gibi farklı hobilerin sınıfa yansımasını konuştuk. Ayrıca Reggio Emilia eğitim yaklaşımının felsefesi hakkında da sohbet ettik.

Anaokullarının eğlenceli ve renkli deneyimlerle dolu ortamlarından esinlenerek yaptığımız fotoğraf çekimlerinde Point Bornova Alışveriş Merkezi’ndeki dekor ve materyal sayesinde ortaya rengarenk kareler çıktı. Öğretmen dostları tarafından espirili kişiliği ile tanınan Erdoğan Özbağçıvan’a bu güzel söyleşi için teşekkür ediyor, sizlerin de röportajımızı keyifle okumanızı diliyoruz…

 

 

Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Merhaba, ismim Erdoğan Özbağçıvan. İzmir doğumluyum. İlköğretim ve lise eğitimimi İzmir’de tamamladıktan sonra Ankara Çankaya Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldum. Maria Rita Epik Müzik Okulu’nun ABRSM piyano sınavlarına girdim. Aynı müzik okulunda M.E.B müzik öğretmenliği yeterlilik sınavına girip Müzik Öğretmenliği sertifikası aldım. Müzik öğretmenliği ve İngilizce öğretmenliği arasında bir seçim yapmak zorunda kaldım. Bir taraftan da İngilizce öğretmenlik stajımı kaldırmak istiyordum. Işıkkent Eğitim Kampüsü’nde İngilizce öğretmenliğine başladım.

 

Erdoğan Özbağçıvan - Eğitimci RöportajıNeler yaptınız bu okulda?

İlk dönemlerde yeni mezun bir öğretmen olarak anaokulunda İngilizce öğretmenliği yaptım. O zamanlar kurumun kendi öğretmenini yetiştirmek üzerine geliştirdiği bir projesi vardı, dolayısıyla ben de pek çok eğitime katılma şansını bulabilmiş öğretmenlerden biriydim. Erkek öğretmen olmam o yıl çocuklarda çok olumlu bir etki yarattı ve anaokulunda devam etmemin, 3-6 yaş grubunda uzmanlaşmamın en doğrusu olduğuna karar verdik. Usta-çırak ilişkisinde olduğu gibi ben de okulun kadrosunda okul kültürünü ve felsefesini benimsemiş öğretmen arkadaşlarımdan çok şey öğrendim. İkinci üniversite gibi bir eğitimin içindeydim. Öğrendiklerimi uygulayıp sonuçlarını da alıyordum. Okulun bünyesinde erken çocukluk ile ilgili birçok eğitim aldım. Bu eğitimlerin belli başlı olanları sırasıyla; High Scope, Project Based Learning, Reggio Emilia Yaklaşımı ve PYP (Primary Years Programme-İlk Yıllar Programı) idi. Bu süre zarfında adını “Piazza” koyduğumuz, farklı yaş grubundaki çocukların sınıflarından çıkıp beraber çalıştığı, esas olarak PYP Araştıran-Sorgulayan , Reggio Emilia, High Scope ve Proje Tabanlı öğrenmenin zamanla hayata geçtiği bir yer oluşuverdi. Atölye diye adlandırabileceğimiz bir alan kurdum. Bu alanda Piazza programını başlattık. Program diyorum çünkü bunun için yapılandırılmış bir müfredat olamaz. Burası klasik, geleneksel eğitim-öğretim anlayışından uzak; merak, ilgi, araştırma, sorgulama ve cevap arayışının olduğu; sonuç odaklı olmayıp süreç odaklı olan,  çocukların başlattığı ve bitirdiği bir sürecin işlediği bir yerdi. Geleneksel eğitim anlayışı ve bir öğretici otorite unsuru, bu programı sınırlandırmamalıydı. Böyle olunca da zamanı fark edemedim ve on üç yıl boyunca çocuklarla beraber araştıran, sorgulayan, öğrenen oldum.

 

Aldığınız eğitimlerden, gözlemlerinizden yola çıkarak öğrendiğiniz en önemli şeyler nelerdi?Erdoğan Özbağçıvan - Eğitimci Röportajı

Aldığım eğitimlerden etkilendim, kendimi geliştirdim ve sonucunu çocuklarda da fark ettim. Çocuklar geldikleri dünyayı anlamak ve beraber yaşadıkları insanlar ile iletişim kurabilmek için en güçlü yönleri olan mizahı ve oyunu kullanırlar. Konuşmalarıyla, davranışlarıyla yapmaya çalıştıkları işlerle büyükleri güldürürler. Bunun nedeni iç dünyalarındaki doğal mizah duygusudur. Gülmek, çığlık atmak, garip davranışlarda bulunmak, tekrar etmek, komiklik yapmak, yani eğlenmek. Kısacası tüm bunları mizaha ve oyuna çevirip geldikleri dünyayı anlamak için yaparlar.

 

Siz de çevrenizde oldukça esprili bir öğretmen olarak tanınıyorsunuz, değil mi?

Mizah benim de içimde var olan, hiç bitmeyen ve her insanın, özellikle öğretmenlerin sahip olması gereken bir duygudur. Öğrenmenin başlangıcı merak duygusudur ve öğrenmenin etkili olabilmesi için mizah önemli bir unsurdur. Fakat yaşanılan toplumların kendi iç kuralları gereği, ileri yaşlara gelindiğinde insanların ciddileşmesi, oyunu bırakması, artık mizahın bitirilmesi beklenir. Böyle olunca da öğrenme hızı yavaşlar ve gitgide durağan hale gelir. Mizah ve oyun durduğunda öğrenme de yavaşlar.

 

Çocukların bilişsel gelişimi sırasında zor veya karışık soruları onlara mizah kullanarak sorduğumuzda ne kadar küçük de olsalar anlayıp cevap verebiliyorlar. Fakat mizahtan yoksun şekilde, yani ciddi biçimde sorulursa, bağlantı kuramayıp cevabı bulmakta zorlanıyorlar. Bu sadece çocuklar için değil, büyükler için de geçerli olabiliyor. Prof. Dr. Artin Göncü’nün beğendiğim bir sözü var: “Mizah ve oyun açık uçlu bir etkinliktir. Para kazanmak gibi bir etkinlik değil, okula gitmek ve bir diploma almaya çalışmak için değil. Mizah ve oyun siz istediğiniz için ve istediğiniz gibi yaptığınız bir etkinlik olarak ortaya çıkmakta ve bütün hayatınızı etkilemektedir.”

 

Erdoğan Özbağçıvan - Eğitimci RöportajıReggio Emilia yaklaşımından bahsettiniz. Son zamanlarda Reggio Emilia yaklaşımına ilgi arttı. Siz yıllar öncesinde bunun eğitimini bizzat İtalyan uzmanlarından almıştınız. Biraz bilgi verebilir misiniz?

Anaokulu öğretmenliği yaptığımda beni en çok etkileyen eğitim yaklaşımı Reggio Emilia oldu. Bu yaklaşımın çocuğu tek başına potansiyel olarak görmesi ve çocuğun kendi gelişimini ve kendisini ifade edebilmesini tamamen çocuğa bırakması, benim çocukluk zamanlarımı hatırlatıyor. Birinci sınıftayken Cemil Midilli İlköğretim Okulu’na yürüyerek arkadaşlarımla beraber giderdim. Silgimi boynuma asardım kaybetmemek için, onu çok iyi hatırlarım. Okul kantininde teneffüslerde sırayla çalışırdık. Gevrek ve ayran satardık. Okuldan sonra sokakta oyun oynardım. Yanımda bir yetişkin olmuyordu, tek başıma ve mahalle arkadaşlarımla beraber sokakta toplanır ve oyunumuzu nasıl oynayacağımıza karar verirdik. Saatlerce sürebilirdi. Sıkılmayı da biliyordum. Çocuğun canı sıkılınca daha da yaratıcı olabilir. Sıkılınca ne yapacağını düşünüyor çünkü. Monitör yoktu hayatımızda, onun yerine arkadaşlarımızın yüzleri vardı. Karar veren ve kararımızın sonucunu da yaşayan bizdik. Hepimiz kusurluyduk. Hatalar yapardık. Bazen kavga ederdik, bazen ağlardık, bazen gülerdik ama her seferinde problemi çözmek durumunda kalırdık. Farkında olmadan bir şeyler öğrenir ve öğretirdik. Bakkal amcaya yardım ederdik. Elmas ninenin pazar filesini taşırdık. Kaldırımlara kiremitle resimler çizerdik. Bisiklet tamir ederdik. Taşlarla oynardık. Yağmurluğum ve sokak ayakkabılarım vardı. Şimdi hiçbir çocuk ıslanmıyor sanırım. Yağmurda dışarı fırlardık. Hasta olurduk. Çamur olurduk. Sorumluyduk. Görevliydik. Çalışkandık. Saygılıydık. Küçüklerimizi korumayı bilirdik. Gerçek bir dünya vardı benim çocukluk zamanımda. Kendimizi büyük gibi görürdük. Kendi isteklerimizi hatalı da olsa istediğimiz biçimde yapmaya, anlatmaya çalışırdık. Sokaktan, arkadaşlarımızdan öğrenirdik birçok şeyi. Sanki içimizdeki gücü, enerjiyi çıkarmak için bir çok yol denerdik. Çok mutluyduk.

 

Aslında çocukluğumu anlatırken Reggio Emilia yaklaşımından da çok şey anlattım az önce. Bendeki yansımasını anlatmaya çalıştım. Bu yaklaşımı kendi çocukluk zamanıma benzetiyorum, belki de o nedenle bu yaklaşımı benimsedim. Bizim kültürümüz ile bağdaşan birçok unsurunu gördüm. Okul öncesi çocuklarımıza en uygun yaklaşım olduğunu söyleyebilirim. Bu nedenle Reggio Emilia yaklaşımı doğru ve etkili bir şekilde uygulayabilmek için felsefesini çok iyi anlamak gerekiyor. Bununla ilgili kapsamlı eğitimler aldık, uygulamalar yaptık ancak tabii ki kısa sürede hepsini anlatmam imkansız… Sadece felsefesine dair bir ipucu vermeye çalıştım…

 

Erdoğan Özbağçıvan - Eğitimci RöportajıBize biraz hobilerinizden bahseder misiniz? Hobilerinizi mesleğinize de yansıtma fırsatınız oldu mu?

“Ölmez ağaç zeytin” ağacı konusuyla yakından ilgiliyim ve zeytincilik ile uğraşıyorum. Küçük bir bahçemiz var, oraya zeytin ağaçları diktik. Zeytincilik kurslarına gidiyorum. Ayrıca piyano çalıyorum. Müzik her zaman benim için hobinin ötesinde yer almıştır.

 

Zeytincilik hobimden, çocuklara toprak, güneş, su, tohum ve yediğimiz yiyecekler konularını aktarırken faydalandım. Doğadaki döngüyü, doğanın işleyişini öğretirken faydalı oldu. Çocuklarla çalışırken, “yediğimiz yiyecekler tabağımıza nasıl ve nereden geliyor?” sorusuna cevap aramalarını sağlarım. Müzik de son derece faydalı oldu çünkü müzik çok etkili bir ifade biçimidir. Çocuğun yüz dilinden bir tanesi muhakkak müziktir. Çocuklar da müziği doğuştan severler ve müzikle ilgilenirler.

Ayrıca tabii ki pek çok öğretmen gibi ben de eğitim ile ilgili kitaplar ve makaleler okumayı, eğitim dünyasındaki son gelişmeleri takip etmeyi seviyorum. Öğrenci yetiştiren herkesin kendini geliştirmeye de devam etmesi gerektiğini düşünüyorum. Öğretmenler de aslında ömür boyu birer öğrenci olmaya devam ederler.

 

Anaokulunda tek erkek öğretmen olmak nasıl bir duyguydu?

Erdoğan Özbağçıvan - Eğitimci RöportajıAnaokuluna başladığımda ben de zaten oradaki çocuklarla beraber yeniydim. Ben de onlar gibi tedirginlik yaşadım. Ben de onlar gibi heyecanlandım. Ortak noktamız vardı; çocuklar da ben de “yeni öğrenen” konumundaydık. Arkadaşlarımın hepsi birbirinden değerli kadın öğretmen arkadaşlarımdı. Bazen öğretmen odasında komik durumlar olabiliyordu. Veliler benim erkek anaokulu öğretmeni olduğumu anlayınca, biraz şaşkınlık oluyordu tabii. Bu, insanların pek alışık olduğu bir durum değil. İtiraf etmek gerekirse, nadiren de olsa kendimi uzaylı gibi hissediyordum (gülüşmeler). Çocukların gözünden bakacak olursak sınıf içinde adeta bir doğal ev ortamı oluşturmuş olduk. Ve yıllar içinde bunu geliştirdik. Sınıfta bir erkek, bir de kadın öğretmen var. Tıpkı evde anne ve babanın olduğu gibi… Benim de öğretmenlerim vardı, onların da öğretmenleri vardı. Servisle geliyordum, onlar da servisle geliyordu. Farkım onlardan yaşça ve fiziksel olarak büyük olmamdı. Sabah sınıfta beraber kahvaltı yapıp, akşam neler yaptığımızı anlatmamız, arkadaşlarımız ile oyun oynamamız, problemleri nasıl çözeceğimizi beraber öğrenmemiz…  Bahçede top oynamaya çıkarken ayakkabılarımızı beraber giyip bağlamaya çalıştığımız, öğlen yemeklerinde aynı masada farklı yemeklerin tadına baktığımız zamanlar, spor derslerinde onlara giyinip soyunmada yardımcı olmaya çalışmam, sınıfta bazen baba, bazen ağabey, bazen arkadaş, bazen küçük kardeş, bazen yaramaz, bazen miskin olma durumlarım olurdu. Bir soru veya bir problem olduğunda, beraber kütüphaneye gidip araştırma yaptığımız zamanlar ve beraber öğrendiğimiz zamanlardı okuldaki zamanım. Klasik bir öğretmen gibi değildi yani. Hem klasik bir öğretmen olmamak, üstüne üstlük bir de tek erkek öğretmen olmak gerçekten farklı bir durumdu. Benim için hem çok eğlenceliydi, keyifliydi, hem de çok şey öğrendim. Ufak tefek zorlukları illaki vardı ama bu da çok doğal…

 

Bence her anaokulunda en az bir erkek öğretmen olmalı. Erkek öğretmen sayesinde hem çocuklar bir erkek rol modeli buluyorlar, hem de farklı tarzlara alışıyorlar.

 

Erdoğan Özbağçıvan - Eğitimci RöportajıAnne-babalara neler söylemek istersiniz? Önerileriniz var mı?

Anne ve babalara önerilerim; çocuklarıyla beraber iletişimlerini hiç koparmasınlar, onlarla iyi vakit geçirsinler, onlara zaman ayırsınlar. Evde yapacaklarına beraber karar versinler. Eğitim, öğretim, saygı, sevgi, davranış, ne derseniz deyin ilk önce aile içinde başlıyor ve şekilleniyor. Akademik gelişim zaten oluyor. İlk önce anneler babalar okul olsunlar. Unutmasınlar ki çocuklar onların aynasıdır. Güzel, iyi zamanlar, anılar biriktirsinler ki ileriki yıllarda bu zamanlarını keyifle hatırlayabilsinler. Nasıl olsa okul çocuklara çeşitli programlar çerçevesinde bir şeyler öğretecektir.

 

Sık sorulan sorulardan biri şu; “çocuğum anaokuluna ne zaman başlamalı?”

Açıkçası bir yaş veya yaş aralığı vermeyi çok doğru bulmuyorum. Çocuktan çocuğa değişir. Bu tamamen çocuğun hazır bulunuşluğu ile ilgilidir. Ailelerin iyi gözlem yapması, çocuklarını iyi tanıması ve gerektiğinde tarafsız bir uzmandan öneri almalarını öneririm.

 

Genç öğretmen adaylarına neler söylemek isterdiniz?

Genç öğretmenler gerçekten insan yetiştirmeyi seviyorlarsa bu işi yapabilirler. Aslında öğretmenlik ya da eğitmenlik bir insanla ilgilenme, insan geliştirme sanatı da diyebiliriz. Genç öğretmen adaylarını görüyorum; iyi niyetliler, belli fikirleri var ve bir şeyler yapmak istiyorlar, fakat uygulamaya gelince bir takım sıkıntılar olabiliyor. Genç öğretmenler sıklıkla derste nereden, nasıl başlayacağını çok fazla bilemiyor. Bir taraftan eğitim anlayışı da her geçen gün değişiyor. Kafa karıştıracak çok sayıda eğitim modelleri, eğitim yaklaşımları karşılarına çıkıyor. Benim âcizane önerim; çocuklarla birebir çalışıp her çocuğun farklı öğreneceği gerçeğini benimsemeleri ve bu yönde hareket etmeleri. Hem kendileri için hem de çocukların gelişimlerini takip etmek için dokümantasyona önem vermelerini öneririm. Yaptıkları çalışmalarda, aktivitelerde neyi, neden ve nasıl yaptıklarının dokümantasyonunu tutsunlar. Şunu asla unutmamak lazım; eğitimi kaliteli hale getirecek olanlar eğitmenler ve öğretmenlerdir. Öğretmenler geleceği şekillendiren, yapılandıran kişilerdir. Yaptıkları işin ne kadar önemli ve özel olduğunu hiç unutmasınlar. Eğitim etkinliklerine, seminerlere giderek kendilerini geliştirebilirler. EgitimciRoportaji.com gibi siteleri takip etsinler, internetten eğitim ile ilgili güncel yazıları okusunlar. Benim en çok etkilendiğin röportajlardan biri de Köy Enstitülü öğretmen Ali Çavuş öğretmenimizin röportajı oldu. Mustafa Kemal Atatürk’ün başlattığı köy enstitüsü felsefesine inanıyorum ve genç öğretmen adaylarının da bu felsefeyi okuyup anlamalarında, benimsemelerinde fayda var.

Erdoğan Özbağçıvan - Eğitimci Röportajı

Röportaj ve Fotoğraflar: Gamze Er

Sponsor

Kidolina.com
kidolina